Bana göre futbol federasyonu doğru olanı yaptı ve yabancı bir teknik direktörle anlaştı.. Milli takıma gelebilecek her Türk teknik direktör mutlaka tartışma konusu olacaktı.. Bana göre zaten şu anda Milli Takımı çalıştırabilecek Türk teknik direktör de yok, belki Ersun Yanal olabilirdi ama önceki gelişinde yaşanan tartışmalar ve olaylar hala gözümüzün önünde.. Yabancı teknik direktör seçerek doğruyu yapan federasyon asıl doğruyu bence Hiddink tercihi ile yapmıştır.. Eğer saçma sapan ama o zamanında Fenerbahçe'yi çalıştırdı tartışması yaratacak çatlak sesleri dikkate almazsak bence yapılabilecek en doğru tercihti Hiddink.. Açıkçası hala daha şaşkınlık içerisindeyim bu ismin Türk Futboluna kazandırılmasından..
Guus Hiddink kariyeri boyunca De Graafschap, PSV, Fenerbahçe, Valencia, Real Madrid, Real Betis ve Chelsea kulüplerinde çalıştı.. Ayrıca sırası ile, Hollanda, Güney Kore, Avustralya ve Rusya milli takımlarında da teknik direktör olarak göre aldı.. 2002 Dünya Kupası'nda çeyrek finale çıkardığı Güney Kore'nin oynadığı oyun hala akıllarda.. Yine Avustralya milli takımına takır takır top oynatırken hakemin hatalı ( Bence hatadan öte bilerek yapmış olduğu ) kararı ile İtalya karşısında haksız bir şekilde elenişleri..
Her gittiği takıma yeni bir renk katan, gerektiğinde hücum futbolunun tüm gerekliliklerini yerine getiren, gerekirse de rakibin yıldızlarına top oynama imkanı vermeyen verdirmeyen bir isim.. Eminim ki elindeki Türk oyuncuları da maksimum verim ile kullanacaktır.. Elinde gerçekten çok yetenekli ama bir o kadar da futbol görüşü dar oyuncu olacak.. Ben Hiddink'in daha önceki tecrübelerinden de yararlanarak başarı elde edebileceğine eminim.. Yeter ki çok bilmiş medyamız işine karışmaya kalkıp da ilk Fenerbahçe dönemindeki gibi gereksiz ve yaan haberler yazmasın..
Hiddink 2006 yılında "İşte Benim Dünyam " isimli, anılarını topladığı bir kitap yazdı.. Bu kitapta Türkiye'deki kariyerine de 10 sayfa kadar yer ayırdı.. Oradan bir kaç satır da düşelim, yazıyı öyle bitirelim istedim.. İşte o zamanın Türkiye'sine Guus Hiddink gözüyle bakış;
PSV ile yolları ayırdıktan sonra Fenerbahçe yöneticileri ile Düsseldorf’ta buluştuk. Belçika’dan Mechelen de beni istemişti ancak Fenerbahçe’nin İstanbul’daki 4 maçını izledikten sonra çok etkilendim. PSV’den 250 bin Mark alıyordum. Başkan Metin Aşık 800 bin Mark ödemeyi kabul edince zaten teklifi geri çeviremezdim... Ayrıca bana Boğaz manzaralı bir villa tahsis ettiler. Villada 2 misafir odası, 2 banyo, 6 yatak odası, yüzme havuzu ve bahçede tenis kortu vardı. Bunun yanısıra lüks bir otomobil ve Hollanda’ya gidiş dönüş bir çok uçak bileti vardı. Herşey dört dörtlüktü...
Para işleri için komşum Frits Pauw’u getirdim. Kontratımızı noterin tastik etmesi gerekiyordu. Bize “Noter Galatasaraylı olsun ki, bir sorun yaşadığınızda sizin hakkınızı seve seve korusun ve paranızı alsın'' dediler. Ezeli rekabetle burada tanıştım...
İmza aşamasına gelindiğinde hâlâ paramı almamıştım. Başkan “Merak etme, imzayı at hallederiz diyordu''... “Hayır'' dedim. Yöneticileri dışarı gönderdi. 2-3 saat sonra gazete kağıdı içinde param geldi ve sonunda imzayı attım. Özel şoför tahsis ettiler ama ben istemedim. Çünkü arabamı kendim kullanıp, müthiş Boğaz’ı tanımak istiyordum. İstanbul bir dünya kenti. Her yeri gezdim, Kapalıçarşı beni çok etkilemişti. Emin olun İstanbul’a hâlâ hayranım ve sık sık gidiyorum...
Yöneticilerle sık sık yemeğe gidiyorduk. Geceleri halı sahada top oynardık. Sahaya çıktığımızda yönetici, tesis sorumlusu hatta aşçı hepsi eşitti. Herkesin o anda sadece futbolu düşünmesi beni çok etkiledi...
İstanbul’a geldiğimizde ilk öğrendiğim kelime toplantıydı. Hep toplantı yapardık ama toplantıda hiç bir şey adam gibi konuşulmazdı. Kısa sürede herkes birbirinin boğazına sarılırdı. Kimse kimseye güvenmezdi.
Körfez Savaşı nedeniyle müslüman ülkelerde sürekli bombalar patlıyordu. Arabama binip, anahtarı çevirdiğimde böyle bir şeyin benim başıma da gelebileceğini düşünmedim değil...
Atalanta’yı (Yanlış hatırlıyor, bir önceki turda Guimares’i elemiş, İtalyan ekibine elenmişti Fenerbahçe) UEFA Kupası’ndan elediğimizde ise hayatımın en mutlu günlerini yaşadım. Havalimanından itibaren arabama kadar beni omuzlarında taşıdı taraftar. Fenerbahçe taraftarını hayatım boyunca gerçekten unutmayacağım... Tabii ki seyircinin olumsuz hareketlerini de yaşadım. İlk lig maçımızda hem de kendi sahamızda Aydın bizi 6-1 mağlup ettiğinde otobüsün perdelerini kapatmak zorunda kaldık çünkü kızgın taraftarlar bizi taş yağmuruna tuttu...
Türkiye’de teknik direktörün dediği olurdu. Ben aslında oyuncunun da bazen itiraz etmesi gerektiğine inanırım. Fenerbahçe’de sonunda bir oyuncu kendi yorumunu yaptı ancak takım arkadaşları aniden müdahale etti ve susmasını sağladı...
Kontratımda kadroyu benim kuracağıma dair bir madde vardı. Haftalar geçtikçe yöneticiler yanıma geldi.. Hepsinin kendi oyuncusu vardı. “Benim oyuncum neden oynamıyor?'' diyorlardı. Hatta bazen sigara kutusunun arkasına ilk 11 yazan yönetici bile vardı...
Türk basını da acımasızdı. Bir gün Schumacher’in burnuna bir top geldi. Burnu kanadı. Ona “Hadi bir oyun oynayalım'' dedim ve esprili bir şekilde onunla tartıştık. Bir de baktık ki gazetelerin manşetlerinde “Hiddink, Schumacher’e yumruk attı'' haberleri vardı...
Bir bayan tesislere gelerek benimle tanışmak istediğini söyledi. Hatta beni ailesiyle de tanıştırmak istiyordu. Hiç art niyet aramadım. Almanca konuşuyordu. Evine gittim, kahve içtim, çıkarken kapıda flaşlar patladığında tuzağa düştüğümü anladım...
Para işleri için komşum Frits Pauw’u getirdim. Kontratımızı noterin tastik etmesi gerekiyordu. Bize “Noter Galatasaraylı olsun ki, bir sorun yaşadığınızda sizin hakkınızı seve seve korusun ve paranızı alsın'' dediler. Ezeli rekabetle burada tanıştım...
İmza aşamasına gelindiğinde hâlâ paramı almamıştım. Başkan “Merak etme, imzayı at hallederiz diyordu''... “Hayır'' dedim. Yöneticileri dışarı gönderdi. 2-3 saat sonra gazete kağıdı içinde param geldi ve sonunda imzayı attım. Özel şoför tahsis ettiler ama ben istemedim. Çünkü arabamı kendim kullanıp, müthiş Boğaz’ı tanımak istiyordum. İstanbul bir dünya kenti. Her yeri gezdim, Kapalıçarşı beni çok etkilemişti. Emin olun İstanbul’a hâlâ hayranım ve sık sık gidiyorum...
Yöneticilerle sık sık yemeğe gidiyorduk. Geceleri halı sahada top oynardık. Sahaya çıktığımızda yönetici, tesis sorumlusu hatta aşçı hepsi eşitti. Herkesin o anda sadece futbolu düşünmesi beni çok etkiledi...
İstanbul’a geldiğimizde ilk öğrendiğim kelime toplantıydı. Hep toplantı yapardık ama toplantıda hiç bir şey adam gibi konuşulmazdı. Kısa sürede herkes birbirinin boğazına sarılırdı. Kimse kimseye güvenmezdi.
Körfez Savaşı nedeniyle müslüman ülkelerde sürekli bombalar patlıyordu. Arabama binip, anahtarı çevirdiğimde böyle bir şeyin benim başıma da gelebileceğini düşünmedim değil...
Atalanta’yı (Yanlış hatırlıyor, bir önceki turda Guimares’i elemiş, İtalyan ekibine elenmişti Fenerbahçe) UEFA Kupası’ndan elediğimizde ise hayatımın en mutlu günlerini yaşadım. Havalimanından itibaren arabama kadar beni omuzlarında taşıdı taraftar. Fenerbahçe taraftarını hayatım boyunca gerçekten unutmayacağım... Tabii ki seyircinin olumsuz hareketlerini de yaşadım. İlk lig maçımızda hem de kendi sahamızda Aydın bizi 6-1 mağlup ettiğinde otobüsün perdelerini kapatmak zorunda kaldık çünkü kızgın taraftarlar bizi taş yağmuruna tuttu...
Türkiye’de teknik direktörün dediği olurdu. Ben aslında oyuncunun da bazen itiraz etmesi gerektiğine inanırım. Fenerbahçe’de sonunda bir oyuncu kendi yorumunu yaptı ancak takım arkadaşları aniden müdahale etti ve susmasını sağladı...
Kontratımda kadroyu benim kuracağıma dair bir madde vardı. Haftalar geçtikçe yöneticiler yanıma geldi.. Hepsinin kendi oyuncusu vardı. “Benim oyuncum neden oynamıyor?'' diyorlardı. Hatta bazen sigara kutusunun arkasına ilk 11 yazan yönetici bile vardı...
Türk basını da acımasızdı. Bir gün Schumacher’in burnuna bir top geldi. Burnu kanadı. Ona “Hadi bir oyun oynayalım'' dedim ve esprili bir şekilde onunla tartıştık. Bir de baktık ki gazetelerin manşetlerinde “Hiddink, Schumacher’e yumruk attı'' haberleri vardı...
Bir bayan tesislere gelerek benimle tanışmak istediğini söyledi. Hatta beni ailesiyle de tanıştırmak istiyordu. Hiç art niyet aramadım. Almanca konuşuyordu. Evine gittim, kahve içtim, çıkarken kapıda flaşlar patladığında tuzağa düştüğümü anladım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder