26 Şubat 2010 Cuma

Her işin en iyisini yapabilen mükemmel insanlara..

Sezon başında başkan olurlar kulübe, ya da transferden sorumlu yönetici.. Hemen açarlar bilgisayarı, oradan “Championship Manager” oyununun son sürümü açılır.. Oyuncu ara özelliğinden Afrika başta olmak üzere, Güney Amerika, Avrupa, Asya ne varsa oyuncu arşivi karıştırılır.. Özellikler filtrelerden seçilir ve scoutlar gönderilir dünyanın 4 bir köşesine.. Sonra başlıklar açılır forumlarda.. “Yönetim uyuma Tsigalko kaçırılmaz”.. “ Yönetim sen Sharbel Touma’yı nasıl olur da görmezsin”.. “ Müslimoviç gibi bir adam lazım bize ”.. “ Kennedy Bakırcıoğlu’nu bu sene de almazsanız yazıklar olsun ”.. Sonra o sezon sonunda sözleşmesi bitecek oyuncular taranır.. Hemen başlıklar gelir ardından.. “ Başkan bize Ronaldinho’yu getir ”.. “ Başkan Wesley Sneijder boşa çıkıyor, bas parayı gelsin ”.. “ Robinho mutsuzmuş bak, hazır sözleşmesi de sona yaklaşıyor şimdiden kandır yönetim ”.. Böylesine başlıklar sürer de gider.. Çünkü kolaydır bilgisayar başında bunları karalamak.. Kolaydır çünkü hayaller kurarak bunları yazıya dökmek.. Araştırılmaz hiç ülkedeki şartlar, ligin kalitesi, yabancı sınırlaması, özel şartlar.. Önemli olan hayalin gerçekleşebilme olasılığının düşünülmesidir o an için.. Siz hayal edersiniz, bu hayali gerçekleştiremeyenler başarısızdırlar.. Eletiriler başlar hemen.. “Zamanında biz söylemiştik”.. “Başkan ya da yönetimde vizon yok”.. “Bizim yönetimde benim kadar vizyon olsa, şimdiye dek Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu kazanmıştık bile”..

Transfer sezonu biter ve bu kez de sezon başında başkan ya da yönetici görevlerini üstlenenler görev değişikliği yaparlar ve teknik direktör olurlar.. Yine başkanlık görevlerini mükemmel bir şekilde yerine getirenler yeni görevleri için yola çıkarlar..

Çok zor değildir aslında yeni görevleri de.. Bilgisayarı olan ve Championship Manager” oyununu yükleyebilen herkes bu görevi de başarıyla sürdürebilir.. Evet yeni görevde ilk olarak bilgisayar, ardından da Championship Manager” oyunu açılır.. Takımının kadrosu seçilir ve taktiksel oynamalara başlanır.. Önce sistem değişikliğine gidilir.. Çünkü mevcut teknik direktör bu işi bilmiyordur.. Kendi sistemi oyun şablonu olarak yerleştirilir.. Başlanır sezona.. Baktı ki, ilk sezon başarısız sonuçlar alınıyor oyun kaydedilmeden oyundan çıkılır ve yeni sistem ile yeni sezona başlanır.. Kadro seri galibiyetler alır, oyuncuların moraller üst seviyededir.. Herkes mutlu, herkes halinden memnundur.. Hemen oyuna ara verilir ve puan kaybı yaşanan haftada forumda başlıklar havada uçuşturulmaya başlanır.. “ 4-4-1-1 sistemi artık demode oldu, hoca klasik 4-4-2 oynat şu takımı ”.. “ Yeter artık 4’lü defans oynadığımız hoca gör artık, bu takımın sistemi 3-5-2 olmalıdır ”.. “ Hoca anlamıyorsun bu işten, sistem 4-3-3 olmalı, koskoca Hollanda bile bu sistemi uyguluyor ”.. Başlıklar böyle sürer gider.. Sonra stada gidilir hafta sonu hem kafa dağıtmaya, hem de bütün haftanın işte, evde, çevrede birikmiş stresini atmaya.. Bu sefer forumlara yazılanlar teknik direktöre direkt olarak sözlerle anlatılmaya çalışılır.. Ne de olsa teknik direktör oyuncudan da oyundan da anlamaz.. Yardımcı olmak şarttır kendisine..

Maç biter eğer galibiyet alındıysa daha sakin bir şekilde dönülür eve.. 3 puanın mutluluğuyla yazıla yazılır.. Ortak sevinç paylaşılır.. Bir de 3 puanın alınamadığı durumlar vardır.. Hele hele bir de kafaya takılan ve ne yaparsa yapsın hiçbir zaman beğenilmeyecek bir oyuncu varsa o zaman seyreyleyin cümbüşü.. Bu kez görev alanı değir ve önce yönetici, sonrasında teknik direktör olanlar bu kez futbolculuk görevine soyunurlar..

Futbolculuk görevinde yöneticilik ya da teknik direktörlükteki gibi bilgisayar başında araştırmalar yapmanıza, sabahla kadar Championship Manager” oyununu oynamanıza gerek yoktur.. Küçüklüğünüzde 2-3 top teptiyseniz bu göreve hazırsınız demektir.. İlk önce yine forumlarda başlar ısınma hareketleri.. “ Yahu bu adam topçu değil, ben olsam daha sağlam sol bek oynarım ondan ”.. “ Abi adam milyonlarca euro alıyor, o kadar parayı ben alsam ben daha fazla koşarım kendisinden ”.. “ Ya eğer bu adamdan topçu olduysa inanın benden çok daha iyisi olur, bu herife forma şansı verenler beni görseler ilk 11’in değişmezi yaparlar, ahanda kalıbımı basarım ”.. Tabii forumda destek de görürler.. O oyunculara takıntısı olan diğer arkadaşları “ Yürü be, yaparsın tabi, biz bile yaparız, topçu mu bunlar bee ” gazlarıyla şişirirler birbirlerini.. Tabii bu gazın inmesi için bir de maç gitmek lazımdır.. Malum maça o kadar para verdikten sonra hırsını çıkartacaksın, orada görevini tamamlayacaksın.. Maç başlar ve maçın başlamasıyla beraber oyuncularımız da sahaya inmiştir.. “ Koşsana ulan, önün bomboş ”.. “ Orada faul yapacaksın, versene adamın ayağını eline ”.. “ Ulan ben olacaktım orada kaleciyi de sokardım be o kaleye, kaleci mi ısındırıyorsun sen”..

Böylelikle futbolculuk mesleği de hakkıyla(!) yerine getirilmiştir.. Stres atılmıştır, her görevin altından başarıyla kalkılmıştır.. Sahi asıl görevimiz neydi, asıl işimiz neydi yahu bizim? Biz taraftar değil miydik, taraf değil miydik gönül verdiğimiz renkler için ölümüne bağlanan.. Biz o renkler için her şeyi bir kenara atıp desteklemek durumunda değil miydik o renkler içinde sahada ter akıtanları.. Bizler değil miydik oraya “Mabedimiz” ismini verip, oraya güzellikleri yaşamak ve de yaşatmak amacıyla oraya giden.. Bizler değil miydik takımımıza yalnızca destek olmak için, (hesap sormak için değil) lisanslı ürünlerini alan.. Bizler değil miydik yenilsen de yensen de her zaman yanındayız diyebilen..

Neyse yarın yine iş günü.. Yine patronla uğraş dur.. Sahi bizler eleştirdiğimiz insanlar kadar kendi işlerimizde başarılı mıyız? Bizler her işimizi mükemmel mi yapıyoruz? Biraz da özeleştiri lazım şu kısacık hayatta değil mi?

Hakem + tecrübesizlik maçın kaderini etkiledi..


Maça iyi başlayan taraf Galatasaray'dı.. Seyirci baskısıyla da rakibinin üzerine yüklendikçe yüklendi.. Ama baskı kuramadı.. Bu baskının kurulamamasının en büyük nedeni ileride top tutacak bir oyuncusunun olmamasıydı.. Arda tüm iyi niyetiyle ileride top tutmak, arkadan gelen arkadaşlarına servis yapmak istese de bu mevkinin oyuncusu olmaması nedeniyle başarılı olamadı..

Kanatlardan rakibini açmayı deneyen Galatasaray'da özellikle Keita çok etkiliydi.. Birebirde neredeyse her pozisyonda rakiplerini geçti ve pozisyon yarattı.. Eğer ileride bu pozisyonlardan gol çıkaracak bir arkadaşı olsaydı emekleri boşa gitmezdi.. Arda da ileride görev yapabilecek bir arkadaşı olmadığından, kendi yerinde oynayamadı ve verimi oldukça düştü..

Galatasaray'ın en büyük eksiklerinden birisi bek oyuncularının hücumu yeterince destekleyememesi.. Uğur olsun, Hakan Balta olsun geriden hücuma yeterince destek veremiyorlar.. Belki ileri çıktıklarından yeterli teknik kapasiteleri olmadığından dolayı verimli olamayabilirler ancak bunun için bir çaba dahi göstermiyorlar.. Ne Hakan Balta'nın Caner'in arkasından, ne de Uğur'un Keita'nın arkasından bir bindirmesini göremedik maç boyunca..

Rijkaard'ın da artık Mustafa Sarp'ı ofansif orta saha oynatma çılgınlığından vazgeçmesi lazım.. Tamam sen orta sahada daha çok koşan, basan, rakibi yıpratan, fizik gücü yüksek oyuncular kullanmak istiyor olabilirsin ama Mustafa Sarp forvetin arkasında oynayarak takıma yarardan çok zarar getiriyor.. Hiç bir faydası yok takımına.. Kendi yetenekleri dışında işlere kalkıştığında da eline yüzüne bulaştırıp pozisyonları harcıyor.. Elano'yu geride oynatmakta haklı, çünkü Elano boş top atmıyor ve Galatasaray'ın her atağının daha olgun bir şekilde başlamasına sebep oluyor ama O'nun önündeki Mustafa Sarp büyük takıma hiç ama hiç yakışmıyor..

Maçın kader anı Caner'in Perea'yı geçip kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyonda karşılaşmanın yardımcı hakemlerinden olan hakemin Perea'nın topa elle müdahalesinde, maçın orta hakemini uyarmamasıydı.. Eğer bu pozisyonda penaltı+kırmızı kart kararı çıksa maç çok daha değişik bir boyut alabilirdi.. Ama bunlar Caner'in pozisyonun etkisinde kalarak üst üste iki sarı kart görmesinde haklı olduğunu sonucunu ortaya çıkarmaz.. Caner takım arkadaşlarına çok büyük bir saygısızlık yapmıştır, ayıp etmiştir..

Son olarak da senelerdir savunduğum bir noktaya parmak basmak istedim.. Fenerbahçe'de oynadığı dönemde bir hazırlık kampını kaçıran Servet'in o sezon nasıl da kötü bir performans ortaya koyduğuna şahit olmuştum.. Çünkü Servet sürekli oynamadığında formdan düşüyr ve performans olarak vasatın dahi altında kalıyor.. O gün bu gün Türk savunma oyuncularına hiç bir zaman güvenemem.. Servet bu maçta da büyük bir hata yaptı ve takımını yakmaktan son anda hakemin görmediği pozisyonda Aguero'ya tekme atarak kurtuldu.. Ancak rahat duramayıp 89. dakikada bir defans oyuncusunun yememesi gereken kolaylıkta bir çalımı yiyerek takımını turdan edenler kervanına katıldı.. Neil ve Emre Güngör var iken bence Servet ancak bir yedek olabilir..

Avrupa macerası bitti, kalan hedefler TSL ve ZTK..




Maça Vederson'un yetişmesiyle birlikte ne kadar da moralli başlamıştı Fenerbahçe.. Deniz alışk olmadığı sol bek pozisyonunda, Bekir alışık olduğu ama şimdiye kadar 1-2 istisna dışında forma bulamadığı stoper pozisyonunda, Gökhan sakatlıklar sonrası yine sağ açık,Önder ise O'nun boşalttığı sağ bek mevkisinde oynuyordu.. Sakat Baroni yerine Selçuk ilk 11'de forma şanı buluyordu.. Taraftar baskısı ile son maçta gözleri dolan, patlama noktasına gelen Guiza da Alex'in önünde tek forvet görevini yine almıştı..

Maça iyi başlayan taraf da Fenerbahçe idi.. Oyunu sürekli ileride oynamak istedi.. Emre özellikle yaptığı pres ile rakibe sürekli hata yaptırdı.. Vederson ve Gökhan bek olmalarına rağmen açık görevlerini de ellerinden geldiğince yapmaya çalıştılar.. Guiza sürekli koşular yaparak hem defansı yordu hem de pozisyonlar buldu.. Alex ise durgundu maalesef..

Fenerbahçe aradığı golü Emre ile buldu.. Emre çalışkan oyununu gol ile süsledi.. Selçuk da elinden geldiğince oyunun içinde olmaya, rakiple sürekli mücadele etmeye çalıştı.. En büyük eksikliği ise her top ayağına gelişinde kalçasını rakibe dayayıp da 3-5 saniye topu bekletmeden oynamaması.. Sanırım Marco Aurelio'dan kazandığı bir özellik bu.. Maalesef her maçta bunu yapıyor.. Halbuki fizik olarak yeterli, kondisyon olarak da iyi, ancak oyun görüşü zayıf..

Golden sonra karşılıklı ataklarla geçildi ilk yarı.. Eğer Alex ilk yarı sonunda Guiza'ın %99'luk asistini gole çevirseydi durum çok daha farklı olabilirdi.. İkinci yarıya ise oldukça durgun aşladı Fenerbahçe.. Adeta 1-0'a yatar vaziyetteydi.. Maç içinde Volkan'ın kurtarışları vardı ki bn yanımdakilere bakalım ne hata yapıp da bizleri üzecek dedim.. Bir çok arkadaşım yapma gözünü seveyim, bu gün çok formda dese de ben bir türlü inanamadım hatasız oynayacağına.. Nitekim O'nun hatasından golü de yedik.. Bir kaleci o topa ya çıkıp vuracak ya da kalesinden hiç ayrılmayacak.. Bursaspor maçındaki gibi ortada kalırsan adamlar böyle hatalarda anında ceza keserler.. Olan 90 dakika boyunca harcanan emeklere olur..

Sezon başından beridir savunduğum, üzgünüm ki yine beni yanıltmadı.. Bilica bu takımın oyuncusu değil.. Maç içinde yaptığı hareketler bir savunma oyuncusunun yapacağı hareketler değil.. Duracağı yeri bilmiyor resmen.. Bazen ol tarafa öyle bir açılıyor ki, sol bek oyuncusu kendini ileri atmak mecburiyetinde görüyor.. Rakibe girişleri ise tam bir felaket.. Böylesine riskli, böylesine dengesizce müdahale yapan savunma oyuncusunu en son Can Arat aracılığıya görmüştüm Fenerbahçe'de.. Yanında oynayan ve uzun süredir Fenerbahçe'de stoper olarak görev verilmeyen Bekir bile kendisinde çok daha güven verdi bana. En azından ne yaptığını daha kolay çözebiliyorsunuz dışarıdan.. Deniz de Bilica' göre çok daha güvenli bir oyuncu bana göre.. Lugano düzeldiğinde mutlaka ama mutlaka Daum Bekir ya da Deniz'e şans vermeli yanında.. Bu sene Bilica'dan mümkün olduğunca az zarar görmeli, sene sonunda da acilen göndermeliyiz.. İnşallah TSL'de alıcısı çıkar da ne zaman patlayacağı belli olmayan bu bombadan kurtuluruz..

Bekir bu maçta kazanılan en büyük faydadır bana göre.. Stoper olarak oldukça başarılı görev yaptı.. Kendi görevleri dışında Önder'in hatalarını da kapadı.. Elinden geldiğince soğukkanlı oynadı.. Gereksiz risklere, Bilica gibi defansta çalımlara girişmedi.. Biraz daha faul yapılmayacak yerlerde dikkatli olursa bu takımın stoperinde Lugano ile iyi bir ikili oluşturabilir..

Daum'u bu maçta ilk defa bu kadar kötü buldum diye yazacaktım ki, değişikliklerin zorunlu olduğunu öğrendim.. Yoksa kapanan bir takımda Deniz çıkarılmaz.. Kontra atak oynayan bir takımda Guiza mutlaka sahada olmalıdır.. Guiza'yı bugün yine beğendim.. Yerine oynayan Semih'e göre çok daha fazla pozisyona giriyor ve çok daha fazla rakip defansı rahatsız ediyor.. Deniz de yine kendisine verilen görevi en iyi şekilde yaptı.. Sol taraftan sol ayağı ile orta kesemeyeceğini bilse de yine de bindirmeler yaptı ve rakibi üzerine çekerek arkadaşlarını boşa çıkarttı.. Böyle oyunculara her zaman ihtiyaç vardı.. Çok bilmiş bazı taraftarlara rağmen kadroda yer almalıdır..

Emre sahanın yıldızıydı.. Gölü dışında direkten dönen topu, orta sahada her taraf yetişmesi, rakibe ileride basması, takım arkadaşlarını ateşlemesiyle çok farklı bir oyuncu olduğunu bir kez daha gösterdi.. Baroni ise sakatlığından sonra büyük bir düşüş içerisinde.. Takımda ne yaptığını bilen oyuncular arasında ilk sıralarda yer alan Baroni son 2-3 haftadır kötü bir performans sergiliyor.. Sakatlığının bu duruma yol açtığına inanıyorum.. Çünkü benim ligin ilk yarısındaki maçlarda gördüğüm Baroni çok daha faydalıydı..

Bu maç sonrasında Volkan ile Bilica'nın Guiza'ta çok teşekkür etmeleri lazım.. Eğer seyirci tarafından tepki görmedilerse bunun en büyük nedeni geçen maç Guiza'ya yapılanlar ve sonrasında çarşamba günü taraftarın tesislere gelerek oyunculara olan güvenin göstergesi.. Bundan sonra kalan iki kulvar var.. Birisi Ziraat Türkiye Kupası diğeri ise Türkcell Süper Lig.. Artık oyuncular ve teknik heyet iki kulvar için de ellerinden gelen mücadeleyi ortaya koymalılar.. Bu maçta olan isteği her maç göstermeliler.. Seyirci de takımın arkasında bu maçta olduğu gbi durmaya devam ederse Fenerbahçe her kulvarda yarışı son anına kadar devam ettirir..

25 Şubat 2010 Perşembe

Duran Toplar!

Bu gece oldukça zor bir maça çıkıyor Fenerbahçe.. Sakatlıklar, cezalılar, statü gereği oynayamayanlar derken tam 8 eksik var Fenerbahçe'de.. Taraftar son maçta kendi futbolcusu üzerinde baskı oluşturmuştu.. Ligde son 3 maç kazanılamadı.. Son maç 2-0'dan kaybedildi.. Mevkisinde oynamayacak oyuncular olacak bu gece.. Her şey olumsuz gözüküyor Fenerbahçe adına.. Ancak 1-0'lık skor yetecek tur için.. Bunun için savunmanın dikkatli ve agresif olması gerekiyor.. Alan savunmasının yanı sıra, birebirde de sert bir savunma yapılması şart.. Peki o altın değerindeki bir gol nasıl gelecek??

Fenerbahçe'nin elinde Alex diye bir değer var.. Kullandığı duran toplar her zaman için tehlike yaratmıştır.. Hele ki ilk geldiği zamanlarda yarım penaltı gibiydi kullanılan serbest vuruşlar.. Duran toplar vuran toplar ismini almıştı Fenerbahçe için.. Sonra takımın boy ortalamasını yükselten adamların bir bir kadrodan ayrılmasıyla duran toplardaki verimlilik de düştü.. Ancak son dönemde oluşan durum belki de çoğumuzun farkında olmadığı bir avantajı getirecek.. Yarın sahaya çıkacak takımından 7 isim 180 ve üzerinde boyda.. Aşağıda onların boylarını yazdım.. Duran toplardan sonra oluşabilecek kontra ataklara önlem için de Emre ve Gökhan Gönül gibi iki hızlı isim defansa gelebilir.. İşte yarı duran toplarda Alex topun başına geçtiğinde ceza sahasında bulunabilecek olan isimler..

Önder Turacı - 186
Deniz Barış - 184
Selçuk Şahin - 187
Bilica - 187
Bekir İrtegün - 185
Semih - 183
Guiza - 180
Bir de oyuna sonradan girerse Deivid var 180cm boyunda..

Herkesin ümitlerinin az olduğu bir zamanda belki de kadrodaki eksiklikler takıma artı olarak yansıyacak bu akşam.. Zaten zorlu geçeceği belli olan bir maçta bana göre en büyük silahımız duran toplar olacaktır.. Şans faktörü bu kez Fenerbahçe'nin yanında olursa belki de uzun süredir hayat bulmayan duran toplar bu maç Fenerbahçe için canlanacak ve tekrardan "Vuran Toplar" ismini alacaktır..

24 Şubat 2010 Çarşamba

İnter-Chelsea maçının ardından..

İki takım da Türkiye'deki çok bilmiş spor yazarlarının aksine 4-3-3 sistemi ile sahadaydı.. Yalnız ikisi arasında hücum 3'lüsü arasında bir fark vardı.. İnter ileride Milito-Eto'o ikilisi ve arkasında Sneijder ile oynarken, Chelsea ise ileride Drogba ve arkasında Anelka ile Kalou ikilisiyle oynadı.. İki takım da orta sahalarında 3 adet savaşçı orta saha oyuncusu ile oynayınca oyun izlenilesi bir hal almıştı.. İki takım da defansta kontrollü, ileride de çabuk çoğalan görüntü sergiledi..

Oyunun hakimi genelde Chelsea idi.. Top Chelsea’li oyuncuların ayağında daha fazla kaldı.. Bunun sebeplerinden bir tanesi İnter’in erken bulduğu golle skor avantajını elde etmesi olsa da, bence asıl önemli sebebi Chelsea orta sahasındaki 3 oyuncunun İnter orta sahasındaki 3 oyuncuya karşı sağladıkları üstünlüktü.. Obi Mikel, Lampard ve Ballack maç boyunca Stankoviç, Cambiasso ve de Motta üçlüsüne karşı daha fazla topu ayağında tuttu..

Mourinho elindeki malzemeyi çok iyi kullanabilen hocaların başında geliyor şüphesiz.. Ancak benim görüşüme göre eğer ligden sonra Avrupa’da da kupayı istiyorsa orta sahasını mutlaka daha iyi oyuncularla güçlendirmeli.. Bir Motta, bir Stankoviç bence İnter orta sahasının yedekleyicileri konumunda olmalılar.. Oyunu çift yönlü oynayan 2 oyuncu ile İnter çok daha baskın maçlar oynayabilir..

Ancelotti de en az Mourinho kadar korkusuzca oynattı takımını.. Bana göre tek hatası 60 dakikadan sonra orulan Kalou yerine Joe Cole’u oyuna almamasıydı.. Eğer Joe Cole oyuna girse Anelka ile birlikte Drogba’yı daha fazla besleyebilirdi.. Chelsea’da bir Sneijder olmayınca topa her ne kadar daha fazla sahip olsalar da yaratıcılık konusunda sıkıntı çektiler..

Skora etki eden oyunculardan Milito bitiriciliği ile yine dikkatleri üzerine çekti.. Her ne kadar gösterişsiz bir oyun stili olsa da oldukça yararlı bir adam.. Julio Cesar geçirdiği kazanın da etkisiyle bence normalde yemeyeceği bir gol yedi.. Tabii bu golde Kalou'nun vuruşundaki güzelliği de görmek gerek.. Top tam da Cesar'ın önünde sekti kaleyi bulmadan önce.. Cambiasso oyun içinde sergilediği mücadelenin hakkını ileri çıktığı nadir pozisyonlardan birinde yaptığı klas vuruşla aldı.. Eto'o beklediğimden kötü bir performans sergiledi.. Anelka ise klas hareketleriyle gözlerimizin pasını sildi..

4-3-3 sistemini Türkiye’de özellikle Fenerbahçe deneyebilir.. Doğru adamlarla bu sistemi çok rahat oynayabilir.. Kimse Kasımpaşa maçından bahetmesin.. O maçta Emre gibi bir oyuncusundan eksikti Fenerbahçe ve Cristian Baroni ön liberoda değil sağ içte oynamıştı.. Ön liberoda alan savunmasını Deniz ve Baroni’ye göre daha kötü yapan Selçuk sahadaydı.. Eğer Fenerbahçe orta saha üçlüsünü soldan sağa doğru Emre-Baroni-Topuz şeklinde kurarsa önlerinde de Alex-Özer ikilisi oldukça rahat alanlar bulabilir.. Eğer ileri uçta Guiza son vuruşları yapar ya da Gökhan Ünal değerlendirilirse de bence 4-3-3 sistemi denenebilir ligin geri kalan kısmında sakat ve cezalılar olmadığı takdirde.. Tek handikap olarak da bu sitemde oynayan oyunculardan Topuz ve Emre’nin yedeklerinin olmaması görülebilir..

23 Şubat 2010 Salı

Her şeyin en iyisini bildiğini sananlar!!

Maçın üzerinden saatler geçti.. Yazılacak çok şey var ama yazasım gelmiyor bir türlü.. Ne yazsam, ne anlatmaya çalışsam havada kalacak yine.. Sabaha kadar yazsam Fenerbahçe iyi top oynadı, sabaha kadar anlatsam neden bu takım ışık veriyor yine de eksik kalacak bir şeyler.. Ama futbol böyle bir oyun.. Milyonlarca izleyicisi var, milyonlarca da farklı görüş.. Ben kendimce karalayayım yine bir şeyler..

Yazının sonunda söyleyeceklerimi de baştan söyleyeyim.. Bu maçı kaybeden ne Daum, ne oyuncular ne de yönetim.. Söyleyeceklerim bir çok Fenerbahçeli renktaşım tarafından kabul görmeyecek ama doğruları, kendi doğrularımı da söylemeden olmaz.. Bu maçı kaybeden FENERBAHÇE TARAFTARI'dır.. Nasıl ki taraftar takımına maç kazandırıyorsa, taraftar takımına maçı kaybettirir de.. Bu maçı Fenerbahçe taraftarı kaybetmiştir.. Bu düşünce yapısıyla devam edilirse daha çok şey de kaybedilecektir..

Daum, Alman futbolunun yetiştirdiği en büyük teknik adamlardan.. Eğer başından o talihsiz olaylar geçmese ne Türkiye'ye yolu düşerdi, ne de ismi buralarda geçerdi.. Almanya milli takımı ile kim bilir ne başarılar elde edecekti.. Kendisini Almanya'da kanıtlamış bir hoca.. Buralara kadar alnının teriyle gelmiş bir isim.. Dünya çapında bir teknik adam..

Guiza.. 47 milyon nüfuslu bir ülkenin bireyi.. Bu öyle bir ülke ki, dünya futbolunun en önde gelenlerinden.. Öyle bir ülke ki, Avrupa Şampiyonası'nda rakiplerini eze eze yenerek şampiyon olmuş.. Öyle bir ülke ki, herkesin futbolunu ağzı açık izlediği.. Guiza da bu ülkenin 3. santraforu.. Bu ülkenin milli takımının 3. golcüsü.. Diğer iki isim de Liverpool'un yıldız ismi Torres ve Valencia'nın her şeyi Villa.. Bu isimlerin arkasındaki ilk isim Guiza.. Herkes tarafından gıpta ile bakılan ülkesinin temsilcisi.. Dünya futbolunda ismi olan birisi..

Fenerbahçe taraftarı dün medyanın gazı ile çok büyük bir yanlışa daha imza attı.. Yine bu stadta, yine bu sahada KAPTAN ALEX yuhalanmıştı.. Efsane oyuncu Alex ıslıklanmıştı burada.. Halbuki mabedimiz diyordu taraftar oraya.. Mabedimiz denilen yerde, aile içinden birisi tüm dünyanın gözü önünde protesto edildi.. Başta zamanında yine kendisi gibi ıslıklanan KAPTAN ALEX gitti yanına.. O gösterdi desteğini arkadaşına.. Sonra kulübedeki antrenörleri, sonrasında da akım arkadaşları teselli etmeye çalıştı İspanyol golcüyü.. Bu zamana kadar ruhsuz, isteksiz, alemci, vurdumduymaz olarak gösterilen Guiza o dakikada gözlerinin dolmasına engel olamadı.. Binlerce kişinin ıslıklaması değildi O'nun gözlerini yaşartan, binlerce taraftarın kendi oyuncusunu yuhalaması değildi.. Kendisine sahip çıkılması, KAPTAN'ının, teknik direktörünün, takım arkadaşlarının o binlerce kişiye karşın kendisine destek olmasıydı.. Beraber zaman geçirdiği insanların ona desteklerini göstermesiydi.. Onu tanıyanların arkasında olmasıydı gözlerinin dolmasına sebep olan..

Fenerbahçe taraftarı zamanında bu takıma çok maç kazandırdı.. 4-3'lük Gaziantepspor maçında takımı 3-0 mağlup durumdayken destek veren taraftar aldı maçı.. Takım inancını yitirmişken takımına o inancı geri kazandıran taraftar aldı maçı.. Ancak o taraftar dün gece sınıfta kaldı.. O taraftar dün gece maçı takımından alıp rakibe hediye etti.. O taraftar Daum'dan çok bildiğini sanıp oyuna müdahale etmek istedi.. Asıl görevinin destek olduğunu unutup, teknik direktörlüğe soyundu.. Önce sahada kendi oyuncusunu çiğnedi, yetmedi teknik direktörünü çiğnedi.. Düşmanının yapamayacağı kötülüğü kendi kendine yaptı.. Fenerbahçe 3 puan kaybetti, ama bence kaybedilen 3 puandan çok daha önemli değerlerdi..

Taktiksel olarak oyunu değerlendirecek olursak, daha kadrolar açıklandığında taraftar taraftarlığını unutup, teknik direktör oluvermişti.. Deniz neden oynuyor, Guiza ile başlanılır mı, Semih niçin yok, Önder ilk 11 olmalıydı, Bekir bu takımın ilk yek stoperidir diye başlayan yüzlerce eleştiri yazısı yazıldı.. Sanki oyuncularla günün büyü bir bölümünü geçiren Daum değil de onlardı, sanki oyuncuların form durumunu onlar daha iyi biliyorlardı, sanki Daum'un aklı yok iyi oyuncuları yedek bırakacak ve yerlerine kötüleri tercih edecekti..

Evet, Daum defansın göbeğinde Deniz'i oynattı.. Haklıydı da Daum.. Deniz, Önder'den de, Bekir'den de ve iddia ediyorum Bilica'dan da daha iyi oynar stoperde.. Hepsinden daha iyi bir tekniğe sahip, hepsinden daha iyi bir oyun görüşü var, hepsinden daha çok aklıyla oynuyor bu oyunu.. Çoğu Fenerbahçeli sevmez Deniz'i, çünkü o taraftara oynamaz, taraftarın gözüne hoş gelecek hareketler yapmak yerine takımı için mücadele verir.. Yetişemeyeceği topa koşmaz çünkü, o topa kayarak göstermez hırsını.. Ya da rakibini köşeye sıkıştırdığında topla karışık tekme atmaz.. Saygı duyar rakibine de her zaman.. Hataları yok mu? Var! Ama hangisinin Deniz kadar hatası yok ki? Bilica mı? Önder mi? Bekir mi? Ama yooook, bazıları Daum'dan daha çok anlar futboldan.. Hafta sonu izledikleri 90 dakikada Daum'un saatlerce beraber olduğu oyuncuları daha iyi tanırlar..

Evet, Daum'un Guiza tercihi de %100 doğru.. Maçı dikkatli izleyen herkes bunu görebilir.. Guiza oyundayken Bursaspor defansının nerede olduğuna bir bakın, bir de Semih oyundayken nerede olduğuna.. Guiza çıktıktan sonra Bursaspor defasını orta sahaya kadar çıkarttı.. Semih'in süratli olmadığını bilen Ertuğrul defansı orta sahaya kurdu.. Bursaspor o dakikadan itibaren oyunu Fenerbahçe sahasına yıktı.. Acaba Semih için dakikalarca oyunu bırakıp da bağıran kişiler bu durumda utandı mı? Hiç sanmıyorum.. Bilica rövaşata yapıyor diye kendisini öven, Edu'dan üstün diyenlerin de utandığını sanmıyorum.. Edu'yu ters vuruşla kendi kalesine attığı 2-3 gol ile değerlendirip, ne kadar iyi bir savunmacı olduğunu göremeyenlerin, Bilica'nın taraftara oynayan stilini beğenenlerin bu durumdan ders almayacaklarını da çok iyi biliyorum..

Maçın değerlendirmesi gelmiyor içimden.. Yazılacak o kadar çok şey var halbuki.. Şimdi burada oyunun ilk yarısında takır takır oynayan Fenerbahçe'nin futbolunun güzelliğinden bahsetsem skor yorumcuları 2-3 nasıl oldu o zaman diyecek.. Deniz'in savunmada Bilica'ya rağmen topu nasıl oyuna olumlu sokmaya çalıştığından bahsetsem Deniz futbolcu mu denilecek.. Guiza'nın goller kaçırsa da rakip defansı ileri çıkarmadığını, takımı rahatlattığını söylesem bırak Küçük Emrah kılıklı adamı denecek.. O yüzden gelmiyor içimden futbol yazmak bu gece.. Keşke herkes kendi üzerine düşeni yapsa, keşke herkes bu oyunda kendi görevini üstlense.. Taraftar keşke TARAF kelimesinin hakkını verse, her şartta ve koşulda kendisini temsil edenlere desteğini gösterse.. Ama biliyorum ki değişen bir şey olmayacak.. Ülkemizin genel problemi olan, her şeyin en iyisini bildiğini sanan insanlar bundan sonra da düşündüklerini uygulamaya devam edecek..

Hafta içi Avrupa Kupası maçı var.. Umarım kötü bir sonuç çıkmaz.. Olası bir kötü sonuçta biliyorum ki protestolar farklı yönlere kayarak devam edecek.. Oysaki ne kadar çok sevinmiştim bilet fiyatları düştüğü için.. Oysaki ne hayaller kurmuştum bilet fiyatları düştüğünde.. Guiza'nın gözlerini gördüğümde bütün o mutluluğum, bütün o sevincim, bütün o umutlarım yerini huzursuzluğa bıraktı.. Her ne kadar inanmasam da dilerim bu son olur.. Dilerim mabedimiz denilen yerde bir daha aile içinden birisi bu şekilde bir duruma düşürülmez!

22 Şubat 2010 Pazartesi

Derbide gülen taraf olmadı: Beşiktaş 1-1 Galatasaray


Maç öncesi düşünüldüğü gibi yine sürpriz bir kadro ile başladı maça Mustafa Denizli.. İleride Bobo yerine Nobre tercihi ve İsmail'in yedeğe çekilip İbrahim Üzülmez'in önünde Ekrem'in oyatılması, Tello'nun Nobre'nin arkasında değerlendirilmesi Mustafa Denizli'nin alışık olduğumuz sürprizlerinden bir kaçıydı.. Frank Rijkaard ise Servet'i ve Mustafa Sarp'ı yedek kulübesinde tutup yerlerine Emre Güngör ve Barış ile başladı..

Maçın başlamasıyla birlikte oyu beklenildiği gibi gelişti.. Bir tarafta Ernst ve Fink diğer tarafta ise Mehmet Topal ve Barış Özbek orta sahanın koruyucuları olunca, oyun orta saha mücadelesi şeklinde sürdü.. Beşiktaş'ın maça daha çok ihtiyacı olduğundan dolayı daha istekli başladı maça ancak yaratıcı bir orta saha oyuncusunun olmaması yüzünden son paslarda istenileni yapmakta başarılı olamadı.. Nobre ve Holosko istedikleri toplarla bir türlü buluşamadı.. Tehlikeli atakların hemen hepsi duran toplardan geldi.. İlk 20 dakika böyle geçilirken 20. ve 30. dakikalar arasını Beşiktaş dinlenerek, Galatasaray ise üzerindeki baskıyı kırarak değerlendirdi.. Elano'nun Mehmet Topal'dan biraz uzaklaşarak ileriye doğru hamle yapması, Beşiktaş orta sahasının maçın başındaki agresifliğini kaybetmesi ve geriye çekilmesi, Arda'nın ileride topa sahip olup geriden gelen arkadaşlarına servis yapması bu 10 dakikanın sebebiydi.. Ancak ileride bitirici bir oyuncunun eksikliğini eken Galatasaray golü bulamadı baskılı oynadığı bu dakikalarda.. Rüştü'nün kurtarışlarını da es geçmemek lazım tabii.. Bu 10 dakikalık süreyi dinlenerek geçiren Beşiktaş ilk yarının son 15 dakikasında yine rakip kaleye yüklendi.. Nobre ve Holosko ile etkili olduğu pozisyonlar da buldu ancak biraz şanssızlık biraz Leo Franco'nun gününde olması, biraz da beceriksizlik yüzünden gole ulaşamadı.. Beşiktaş'ın bu kadar etkili gelmesinde Galatasaray'ın sağ beki Uğur'un kötü gününde olması da önemli faktördü.. Ekrem neredeyse her pozisyonda Uğur'a üstünlük sağladı.. Uğur sanırım geçirdiği ağır sakatlığın da etkisiyle oldukça ağır kaldı.. Topları istediği gibi uzaklaştıramadı ve bir çok hata yaparak ilk yarının sonunda Beşiktaş baskısına sebep oldu.. Ancak yakalanan fırsatlar değerlendirilemeyince ilk yarı 0-0'lık eşitlikle sona erdi..

İkinci yarıya çıkılırken oyuncu değişikliği yoktu her iki takımda da.. Mustafa Denizli de Frank Rijkaard da risk almak istemedi ikinci yarıya çıkarken.. Ben Rijkaard'tan Caner-Jo değişikliği, Mustafa Denizli'den ise Ekrem-Yusuf, Tello-Bobo değişiklikleri beklemiştim.. Ama iki teknik adam da riski göze almadı.. İkinci yarı oyunun temposunun biraz daha yükselmesinden başka değişen çok şey yoktu ilk yarıya göre.. İki takım da duran toplarla etkili oluyor, Galatasaray bunlara ek olarak Keita'nın bireysel yetenekleri ile de rakip takıma zor anlar yaşatıyordu.. Oyunun 60. dakikasında Mustafa Denizli oyuna müdahale etti.. Benim beklentilerimin aksine Tello ve Ekrem ikilisi sahada kalırken, Nobre-Holosko ikilisi yerlerini Bobo-Nihat ikilisine bıraktı.. Denizli oyunu çevirmek için risk almadı.. Galatasaray defansını Nobre ve Holosko ile yorup, bitiricilik bakımından daha meziyetli Bobo ve Nihat ile rakibini yıkmak istedi.. Bobo girdikten sonra Galatasaray savunmasını rahatsız etse de çok etkili olamadı.. Nihat'ın ise sahada varlığı ile yokluğu belli olmuyordu.. Denizli'nin bu değişikliklerine Rijkaard ise ikinci yarının başında yapmasını beklediğim hamle ile beklediğimden yaklaşık 20 dakika sonra karşılık veriyordu.. Caner'i çıkartıp Arda'yı etkili olduğu sol kanada, Jo'yu da ileri uca yerleştiriyordu.. Jo'nun girmesi takımdaki taşların yerine oturması için çok önemliydi Galatasaray'da.. Arda kendi yerine döndüğünde oldukça etkili olabiliyor.. İleride oynadığında ise her ne kadar top tutup arkadaşlarına servis yapma yeteneğine sahip olsa da rakibin kucağında olduğundan fazla etkili olamıyor.. Taşların yerine oturmasından sonra Galatasaray oyuna biraz daha ağırlığını koymaya başladı..

Maçın 68. dakikasında Sivok'un büyük hatasında araya giren Arda takımını deplasmanda öne geçiren golü kaydetti.. Sivok'un burada topu anında uzaklaştırmak yerine kontrol etme çabası Beşiktaş'a pahalıya patladı.. Arda'nın fırsatçılığını da unutmamak lazım bu pozisyonda.. Golden sonra sakatlanan Arda yerini Dos Santos'a bıraktı.. Dos Santos da geldiği günden beridir sürdürdüğü silik oyunlarına bir yenisini daha ekledi.. Aslında oyuna girdiğinde tam da kendisine uygun bir ortam vardı sahada.. Takımı 1-0 önde ve karşısında sürekli yüklenen ve geride açıklar veren bir Beşiktaş vardı.. Ama böylesine bir fırsatı da değerlendiremedi Meksikalı oyuncu ve hakkındaki eleştirileri bir kez daha haklı çıkardı..

Mustafa Denizli 75. dakikada son kozunu oynadı ve Ekrem'in yerine Yusuf'u oyuna aldı.. Yusuf girdikten sonra Keita'nın yorulması, Uğur'un da gününde olmaması nedeniyle, bildiğimiz özelliklerini kullanma fırsatı yakaladı.. Her pozisyonda rakibini geçip tehlikeli ataklar yarattı sol kanattan.. Rijkaard ise 81. dakikada Elano'nun erine Mustafa Sarp'ı alarak skoru korumak istedi.. Bana göre yanlış bir tercihti.. Bu değişikli yerine daha öncesinde Barış-Ayhan değişikliği yaparak topun kendi takımında kalmasını ve tempoyu ayarlamasını sağlayabilirdi.. Barış sahada elinden geleni yapmaya çalışıyor ama çok fazla top kaybı yapıyor.. Kaptırdığı toplar savunmaya zor anlar yaşatıyor.. Takımı atağa çıkacakken geri dönmek zorunda kalıyor ve oldukça fazla efor sarfediyor ve güç kaybediyor.. Beşiktaş maç başından beri aradığı gölü bir uran topta karambolden buldu.. Zaten bu oyun düzeni ve oyuncu tercihleri ile oyun sabaha kadar oynansa daha farklı bir şekilde gol bulması zordu Beşiktaş'ın.. 82 dakikada ceza sahasına kullanılan Serbest vuruşta topu önünde bulan Sivok topu Leo Franconun bacakları arasından ağlara gönderdi.. Böylece takımına yedirdiği ilk golün de özrünü dilemiş oldu.. Golden sonra Beşiktaş baskı kurup gol aramaya çalışsa da etkili olamadı.. 81. dakikadan sonra 3 ön libero oynayan, sağ tarafta Keita'sı yorulan ve sol tarafta bitik bir Dos Santos'a sahip olan Galatasaray'ın yalnızca Jo ile golü bulması da zordu.. Maç çok tehlikeli pozisyonlar olmadan 1-1'lik eşitlikle sona erdi ve iki takım da birer puana razı oldu.. Belki oyunun son 8 dakikasına 1-0 üstünlükle girmeseydi bu skor Galatasaraylıları sevindirebilirdi ancak üstünlüğün korunamaması onları da üzdü.. Beşiktaş ise eline geçen bir fırsatı daha değerlendirememiş oldu.. Geçen hafta Gaziantep'te bırakılan 3 puandan sonra bu hafta da kendi evinde 2 puan daha bıraktı ve şampiyonluk yarışında büyük bir yara aldı..

Maçtan aklımda kalanları da paylaşmak isterim..

Arda eğer Avrupa'nın büyük takımlarında oynamak istiyorsa bu futbolunun üzerine koyması şart.. Tamam bu saatten sonra hız konusunda bir şey yapamaz ama şutları gerçekten çok zayıf.. Maçta bir çok pozisyonda uygun durumda olmasına rağmen kendine güvenip de şut atamadı..

İki takımda da yaratıcı oyuncu eksikliği göze çarptı.. Galatasaray'da Mehmet Topal-Barış Özbek Beşiktaş'ta ise Ernst-Fink ikilisi çok defansif kalıyor.. Misal Fenerbahçe'deki Emre olsa her iki takım da en az bir kademe atlar.. Galatasaray Dos Santos transferi yerine oyunu çift yönlü oynayabilen bir orta saha transfer etseydi çok daha akıllıca bir iş yapmış olurdu.. Beşiktaş ise bundan sonra oynayacağı maçlarda mutlaka Tabata-Yusuf ikilisinden birisini sahada tutmalı.. Yoksa mevcut kadro ile pozisyon bulma sıkıntısı çekmeye devam ederler..

Galatasaray'ın Sabri'yi arayacağı hiç aklıma gelmezdi.. Ama dün resmen eksikliği hissedildi.. Uğur sağ tarafta ofansif açıdan oldukça eksik, bu maçta defansif olarak da sırıttı.. Uğur böyle oynamaya devam ederse Sabri formasını döner dönmez alır..

Son olarak maçın hakemi Fırat Aydınus bana göre mükemmele yakın bir maç yönetti.. Bir-iki ufak hata dışında kararları doğruydu.. Oyunun hakimiydi ve her pozisyonu yakından takip etti.. Oyuncularla arasındaki bağı çok iyi kurdu.. Bana göre şu anda ligin en formda hakemi..

19 Şubat 2010 Cuma

Derbi öncesi son durumlar..

Pazar akşamı 19.00'da tüm Türkiye'nin merakla beklediği derbi müsabakası oynanacak.. İki takımın son durumlarına bir göz atıp, maçın ne şekilde seyredeceğine şimdiden bir tahminde bulunalım istedim..

Önceliği ev sahibi Beşiktaş'a verelim.. Beşiktaş geçen hafta Gaziantepspor deplasmanında oldukça kötü bir performans ortaya koyup 2-0 mağlup olmuştu.. Bu maçı 90 dakika izleme şansım olmadı ancak özetlerde gördüğüm Beşiktaş'ın daha farklı mağlup olmaması Gaziantepsporlu oyuncuların şanssızlığı ve beceriksizliğindendi.. Oyuna sonradan giren Nobre ile yakaladığı 2 gol pozisyonu dışında pek fazla pozisyona da girememişti Beşiktaş.. Derbi şüphesiz ki bu maçtan çok farklı olacak, ancak Beşiktaş'ın da eksiklerinin devam ettiğini görmemiz açısından bu maça bakmakta fayda var..

Beşiktaş Gaziantepspor maçında 4-4-1-1 sistemi ile sahaya yayılmıştı.. Kalede Rüştü, savunmanın sağında Ekrem, solunda İbrahim Üzülmez, göbekte Toraman ve Sivok ikilisi.. Orta sahanın solunda İsmail, sağında Holosko, orta sahanın ortasında Ernst ve Fink ikilisi, hemen önlerinde Tabata ve ileri uçta da Bobo.. Ancak derbiler için her zaman sürprizleri olan Mustafa Denizli'nin Galatasaray maçında farklı bir ilk 11 sahaya süreceğini tahmin etmek çok zor değil.. Benim tahminim Ferrari'nin dönmesi ile birlikte Ekrem'i kenara alacağı.. Mustafa Denizli, İbrahim Toraman'ı sağ beke çekip sezonun ilk yarısının uyumlu ikilisi Ferrari-Sivok'u göbekte kullanacaktır.. Keita'nın yaratabileceği tehlikelere karşı sol kanadı değiştireceğine inanmıyorum Denizli'nin.. Muhtemelen yine Üzülmez-Köybaşı ikilisi görev alacaktır.. Mustafa Denizli bir sürpriz de Tabata-Nihat değişikliği ile yapabilir.. Sene başından bu yana beklenileni veremeyen Nihat bu maçta taraftarla barışma maçı olarak görülüp sahaya sürülebilir Bobo ile birlikte.. Bu iki değişiklik dışında ben Denizli'nin başka sürprizleri de olabilir diye düşünüyorum.. Malum bir Fenerbahçe-Galatasaray maçında Ali Güneş'i sürpriz golcü olarak oynatıp, sonuç aldığı bir maç da vardı.. Ancak kadrolr açıklanana kadar bunu kestirmek zor.. ( Tello-Köybaşı ya da Ekrem'i sağ kanatta kullanıp Holosko'yu yedeğe çekebilir)

Galatasaray açısından bakacak olursak Jo'nun sakatlığının geçtiği ve derbi maçında sahada olabileceği söyleniyor.. Ancak Frank Rijkaard'ın ben sakatlıktan yeni çıkan Jo'u ilk 11'de oynatacağını düşünmüyorıım.. İlerleyen dakikalarda mutlaka şans verecektir eğer iyileştiyse ancak ilk 11'de sahaya sürülmez diye tahmin ediyorum.. Rijkaard muhtemelen Madrid maçının kadrosunu bozmayacaktır.. Hele hele Santos-Caner değişikliğinin getirdiği sonucu gördükte sonra oyuna Santos ile başlamayacağına eminim.. Belki Beşiktaş'ın hızlı oyuncuları Nihat-Bobo karşısında defansta Servet-Emre Güngör değişikliği yapılabilir.. Galatasaray'da Lucas Neil'in transferi savunmayı bir kademe üste taşıdı.. Galatasaray savunması artık dan-dun vuruşlarla topu ileri şişirmek yerine daha çok ayağa oynuyor.. Bunda Elano'nun ortasahada biraz daha geriye çekilerek oyun kurma görevinin kendisine verilmesinin de payı büyük elbet.. Defansın önündeki Mustafa Sarp-Mehmet Topal ikilisi ise hala uyum sağlayabilmiş değil.. Özellikle Sarp'ın hala büyük takımda oynamaya alışamadığını düşünüyorum.. Mehmet Topal da ilk sene futbolunu oldukça geliştirdikten sonra bir duraklama dönemine girdi..

İki takımın kalecilerini karşılaştırdığımızda Rüştü uzaktan yediği enteresan goller dışında Leo Franco'ya göre bir adım daha önde gözüküyor.. Defans konusunda da göbekte Sivok-Ferrari ikilisi Servet-Neil ikilisine göre daha fazla beraber oynamış, daha uyumlu bir ikili.. Kanatlarda ise Galatasaray daha ağır basıyor.. Uğur-Keita ikilisi Üzülmez-Köybaşı ikilisine, Hakan Balta-Caner ikilisi de Toraman-Holosko ikilisine göre daha üstün gözüküyor.. Forvet konusunda sakatlıklardan dolayı Galatasaray sıkıntı çekiyor.. İleride Arda hem verimli olamıyor, hem de kendi özeliklerini kullanamıyor.. Beşiktaş'ta ise derbi maçlarında her zaman fark yaratabilecek Bobo gibi bir silah var.. Galatasaray daha çok kontra ataklarla gol arayacak ve eğer oyun istenildiği gibi gitmez ise ön liberolardan birisini ( Sarp ya da Topal ) çıkarıp ileriye Jo'yu alarak oyuna müdahale edebilir..

Saha ve seyirci avantajına sahip Beşiktaş'ın oyuna tempolu başlayacağını, buna karşılık Galatasaray'ın kalabalık orta sahası ile bol pas yaparak, oyunu kontrol altına almaya çalışacağını düşünüyorum.. İstatistikler skorun ikinci yarı değişmeye daha yakın olduğunu gösteriyor.. Özellikle maçın son 15 dakikasında gol ya da goller izleyebileceğimizi düşünüyorum..

Hakem Fırat Aydınus ilk yarıda İnönü'de oynanan Beşiktaş-Fenerbahçe derbisini de yönetmişti. Bu maçta Gökhan Gönül'ün penaltısını vermemesi ile maçın kaderine etki etmişti.. Bu yüzden tüm gözler O'nun üzerinde olacak.. Beşiktaşlı olarak bilinen Aydınus'un maçın skoruna etki edecek hata yapmayacağına inanıyorum.. Eğer sahadakiler de hakemin işini zorlaştıracak hareketlerden uzak dururlarsa maçın hakemi de başarılı bir maç yönetecektir.. Sonuç olarak Türkiye'de elde bulunan en iyi hakemlerin başında geliyor..


Atletico Madrid 1-1 Galatasaray

Sakatlıklar sonrası oluşan 4-6-0 sistemi ile çıkmıştı sahaya Galatasaray.. Arda ortasahadan ileriye en yakın isim olarak öne çıkıyor, kendisine de Keita destek veriyordu kağıt üzerinde.. Ancak maçın başlamasıyla beraber pek de başarılı olduğunu söyleyemeyiz bu taktiğin.. 4-6-0 sistemi sayesinde Galatasaray ortasahada topa hakim oldu ve rakibin baskı kurmasını engelledi.. Her ne kadar kendisi de atak yapamasa da rakibe gol pozisyonu vermedi ilk 20 dakikada.. Maç tipik bir ortasaha mücadelesi şeklinde başladı ve devam etti.. Bu şekilde sabaha kadar oynansa gol olmaz diye düşünürken Caner ardarda iki büyük hata yapınca gol geldi.. İlk olarak topu rakip sahaya taşırken yaptığı pas hatası ve sonrasında gelişen atakta Reyes'i ceza sahası çaprazında düşürünce Madrid serbest vuruş kazandı.. Leo Franco'da kaleyi bulan topta yeterli hamleyi yapamayınca gol geldi..

Golden sonra Madrid'in kontra atak oyuncuları için bir fırsat ortaya çıkmıştı.. Gol gelene kadar pozisyona giremeyen Madrid golün ardından bir çok gol pozisyonu yakaladı.. Ancak gerek beceriksizlik, gerek Leo Franco'nun kurtarışları ve şansı farkın açılmasını engelledi.. Galatasaray da Arda, Elano ve Keita ile etkili geldi gol sonrası.. Önce Arda, sonra Keita ve sonrasında da Mustafa Sarp ile gole çok yaklaştı ama başarılı olamadı.. Servet'in köşeye giden kafa vuruşunda ise 20 yaşındaki kaleci David de Gea müthiş bir refleks ile topu kornere çeliyordu.. Ders niteliğindeki bu kurtarışı izlerken neden Türkiye'de böylesine atletik bir kaleci olmadığını da düşünmedim değil..

İkinci yarı yine durgun başladı.. Madrid Aguero ile etkili ataklar yaparken kendisine Forlan eşlik edemeyince çok fazla pozisyon da bulamadı.. Bu arada Keita ile gole çok yaklaştı Galatasaray ama kalesinde devleşen Gea yine gole izin vermedi.. Maçın kadar anı 71. dakikada maçın en iyi isimlerinden Madrid kalecisi Gea'nın sakatlanması oldu.. Kendisinin yerine oyuna giren Asenjo ilk pozisyonda hatalı çıkışında gol yemekten son anda kurtuldu ancak topun kaleye 2. gelişinde Keita'nın vuruşuna engel olamadı ve Galatasaray skorda eşitliği sağladı..

Golden sonra Madrid baskı kurmak istese de Galatasaray orta sahayı kalabalık tuttu ve rakibine gol fırsatı vermedi.. 82. dakikada maçın en iyilerinden Elano yerini Ayhan'a bıraktı ve o dakikadan sonra da maç kilitlendi.. Dakikalar geçildi ve Galatasaray evine çok büyük bir avantaj ile döndü.. Bu arada Frank Rijkaard'ın 35. dakikada Caner'in yerine soktuğu Dos Santos'u Keita'nın golünde sevinirken gördük.. Onun dışında maçta olumlu bir hareketi yoktu diyebiliriz.. Bu form durumu ile oynaması yarardan çok zarar getirir.. Hele Madridli oyuncuların Arda'nın ayağından alamadığı topu Arda'dan söküşü vardı ki, herhalde daha uçakta kulakları çekilir..

Lille 2-1 Fenerbahçe


Oyun son derece ilginç başladı her ki takım için de.. Herkes Lille takımının maça baskılı başlayıp gol arayacağını bekliyordu ki baskıyı kuran takım Fenrbahçe olmuştu.. Fenerbahçe ileride pres yapıp rakibinin çıkmasına izin vermiyordu ilk dakikalarda.. Sonra gelişen bir kontra atakta golü kalesinde gördü Fenerbahçe.. Aslında çok da şaşırılacak bir durum değildi.. Son iki lig maçında da iyi oynarken golü kalesinde görmüştü.. Golde Volkan'ın inanılmaz hatası vardı.. Milli takım düzeyindeki bir kaleci tuttuğu köşeden böyle bir gol yememeli.. Aklıma Daum'un ilk döneminde Volkan için söylediği sözler geldi.. Daum, Volkan'ı uyarmasına rağmen, Volkan'ın ligin sonunda body çalışıp ertesi sezon kampında vücut geliştirme sporcuları gibi olması sonucu yediği hatalı gollerden sonra isyan etmişti.. Vücudunun üst kısmı bu kadar geniş olan birinin o topa geç yatmasını da yadırgamamak lazım!!

Golden sonra oyunda değişen pek de bir şey yoktu.. Vederson'un çok uzaklardan gelen füzesi Fenerbahçe için adeta düştüğü yerden kalkması için verilmiş bir destekti.. Gol sonrası Lugano'nun sakatlığının tekrarlaması sonucu Lugano-Deniz değişikliği yapıldı.. Bu değişiklik sonrasında da oyunun temposu düştü.. İki takım da zaman zaman etkili oldu.. Maçın kırılma anı Alex'in Guiza'yı kaleciyle karşı karşıya bıraktığı pozisyonda Guiza'nın kaleye vurmayıp da tekrar Alex'e pas verme çabası ve bunun sonucunda kaçan goldü.. Bu pozisyon sonrası Guiza da oyundan koptu ve maç boyunca etkisiz kaldı..

İkinci yarı da karşılıklı ataklarla geçiyordu ve çok net pozisyon yoktu her iki takım adına da.. Lille atılan bir uzun topta Deniz'in büyük hatası ve Volan'ın da kendisine eşlik etmesiyle tekrar öne geçti.. Frau sunulan bu ikramı geri geri çevirmedi ve takımını öne geçirdi.. Oyuna girdikten sonra defansta kontrollü paslarla oynayan Deniz, yaptığı bir hata ile maçın sonucuna etki etti.. Bu hata da O'nun maç boyu yaptıklarının unutulmasına, emeğinin boşa gitmesine neden oldu.. Alex'in kötü oynadığı maçta Guiza'ya %100 gollük diğer asistine de Guiza geri çevirince maç da Lille üstünlüğü ile sona erdi..

Cristian bana göre geldiğinden beri en kötü oyununu oynadı.. İlk defa bu kadar pas hatası yaptı ve ilk defa bu kadar top kaptırdı.. Santos'a birilerinin bu oyunda şımarıklığa yer olmadığını anlatması lazım.. Halı sahada bile bu kadar laubali hareket edilmez.. Sanki Avrupa Kupası maçı değil de hazırlık maçı oynar gibi hareketler, pasları atarken bile ciddiyetsiz tavırlar.. Eğer O da Carlos gibi gitmek istiyorsa açıkça söylemeli, bu şekilde oynamaya hakkı yok! Vederson'a gelecek olursak bir var, bir yok.. Maç içerisinde iki olumlu hareketi üst üste yaptığına şahit olamadık.. Özer ise sevenlerini ve hayranlarını düş kırıklığına uğrattı.. Aldığı topların çoğunu rakibe hediye etti, Gökhan'ı sağ kanatta yalnız bıraktı, ileride çoğalmada yardımcı olamadı..

Sonuç olarak 2-1 'lik skor çok da büyük bir dezavantaj değil.. Kadıköy'de gol yemeden alınacak bir galibiyet ile tur Fenerbahçe'nin olabilir.. Ama galibiyet için daha fazla mücadele, daha fazla beceri ve daha fazla motivasyon şart!

17 Şubat 2010 Çarşamba

Sihirli değnekli adam: Guus Hiddink




Sonunda resmi açıklama geldi TFF tarafından.. Milli takımın yeni hocası Guus Hiddink.. Anlaşma 2+2 yıllıkmış.. Yardımcılığına Oğuz Çetin getirilmiş.. Kaleci Antrenörü olarak da Engin İpekoğlu görev yapacakmış.. Hiddink'in alacağı yıllık ücret ise 3,7 Milyon €.. Açıkçası bizi en son ilgilendirecek olan da alacağı ücret olmalı.. Muhasebe işlerini bırakıp biz saha içinde bize ne katkısı olabilir ona bakalım..

Bana göre futbol federasyonu doğru olanı yaptı ve yabancı bir teknik direktörle anlaştı.. Milli takıma gelebilecek her Türk teknik direktör mutlaka tartışma konusu olacaktı.. Bana göre zaten şu anda Milli Takımı çalıştırabilecek Türk teknik direktör de yok, belki Ersun Yanal olabilirdi ama önceki gelişinde yaşanan tartışmalar ve olaylar hala gözümüzün önünde.. Yabancı teknik direktör seçerek doğruyu yapan federasyon asıl doğruyu bence Hiddink tercihi ile yapmıştır.. Eğer saçma sapan ama o zamanında Fenerbahçe'yi çalıştırdı tartışması yaratacak çatlak sesleri dikkate almazsak bence yapılabilecek en doğru tercihti Hiddink.. Açıkçası hala daha şaşkınlık içerisindeyim bu ismin Türk Futboluna kazandırılmasından..

Guus Hiddink kariyeri boyunca De Graafschap, PSV, Fenerbahçe, Valencia, Real Madrid, Real Betis ve Chelsea kulüplerinde çalıştı.. Ayrıca sırası ile, Hollanda, Güney Kore, Avustralya ve Rusya milli takımlarında da teknik direktör olarak göre aldı.. 2002 Dünya Kupası'nda çeyrek finale çıkardığı Güney Kore'nin oynadığı oyun hala akıllarda.. Yine Avustralya milli takımına takır takır top oynatırken hakemin hatalı ( Bence hatadan öte bilerek yapmış olduğu ) kararı ile İtalya karşısında haksız bir şekilde elenişleri..

Her gittiği takıma yeni bir renk katan, gerektiğinde hücum futbolunun tüm gerekliliklerini yerine getiren, gerekirse de rakibin yıldızlarına top oynama imkanı vermeyen verdirmeyen bir isim.. Eminim ki elindeki Türk oyuncuları da maksimum verim ile kullanacaktır.. Elinde gerçekten çok yetenekli ama bir o kadar da futbol görüşü dar oyuncu olacak.. Ben Hiddink'in daha önceki tecrübelerinden de yararlanarak başarı elde edebileceğine eminim.. Yeter ki çok bilmiş medyamız işine karışmaya kalkıp da ilk Fenerbahçe dönemindeki gibi gereksiz ve yaan haberler yazmasın..

Hiddink 2006 yılında "İşte Benim Dünyam " isimli, anılarını topladığı bir kitap yazdı.. Bu kitapta Türkiye'deki kariyerine de 10 sayfa kadar yer ayırdı.. Oradan bir kaç satır da düşelim, yazıyı öyle bitirelim istedim.. İşte o zamanın Türkiye'sine Guus Hiddink gözüyle bakış;

PSV ile yolları ayırdıktan sonra Fenerbahçe yöneticileri ile Düsseldorf’ta buluştuk. Belçika’dan Mechelen de beni istemişti ancak Fenerbahçe’nin İstanbul’daki 4 maçını izledikten sonra çok etkilendim. PSV’den 250 bin Mark alıyordum. Başkan Metin Aşık 800 bin Mark ödemeyi kabul edince zaten teklifi geri çeviremezdim... Ayrıca bana Boğaz manzaralı bir villa tahsis ettiler. Villada 2 misafir odası, 2 banyo, 6 yatak odası, yüzme havuzu ve bahçede tenis kortu vardı. Bunun yanısıra lüks bir otomobil ve Hollanda’ya gidiş dönüş bir çok uçak bileti vardı. Herşey dört dörtlüktü...
Para işleri için komşum Frits Pauw’u getirdim. Kontratımızı noterin tastik etmesi gerekiyordu. Bize “Noter Galatasaraylı olsun ki, bir sorun yaşadığınızda sizin hakkınızı seve seve korusun ve paranızı alsın'' dediler. Ezeli rekabetle burada tanıştım...

İmza aşamasına gelindiğinde hâlâ paramı almamıştım. Başkan “Merak etme, imzayı at hallederiz diyordu''... “Hayır'' dedim. Yöneticileri dışarı gönderdi. 2-3 saat sonra gazete kağıdı içinde param geldi ve sonunda imzayı attım. Özel şoför tahsis ettiler ama ben istemedim. Çünkü arabamı kendim kullanıp, müthiş Boğaz’ı tanımak istiyordum. İstanbul bir dünya kenti. Her yeri gezdim, Kapalıçarşı beni çok etkilemişti. Emin olun İstanbul’a hâlâ hayranım ve sık sık gidiyorum...
Yöneticilerle sık sık yemeğe gidiyorduk. Geceleri halı sahada top oynardık. Sahaya çıktığımızda yönetici, tesis sorumlusu hatta aşçı hepsi eşitti. Herkesin o anda sadece futbolu düşünmesi beni çok etkiledi...
İstanbul’a geldiğimizde ilk öğrendiğim kelime toplantıydı. Hep toplantı yapardık ama toplantıda hiç bir şey adam gibi konuşulmazdı. Kısa sürede herkes birbirinin boğazına sarılırdı. Kimse kimseye güvenmezdi.
Körfez Savaşı nedeniyle müslüman ülkelerde sürekli bombalar patlıyordu. Arabama binip, anahtarı çevirdiğimde böyle bir şeyin benim başıma da gelebileceğini düşünmedim değil...

Atalanta’yı (Yanlış hatırlıyor, bir önceki turda Guimares’i elemiş, İtalyan ekibine elenmişti Fenerbahçe) UEFA Kupası’ndan elediğimizde ise hayatımın en mutlu günlerini yaşadım. Havalimanından itibaren arabama kadar beni omuzlarında taşıdı taraftar. Fenerbahçe taraftarını hayatım boyunca gerçekten unutmayacağım... Tabii ki seyircinin olumsuz hareketlerini de yaşadım. İlk lig maçımızda hem de kendi sahamızda Aydın bizi 6-1 mağlup ettiğinde otobüsün perdelerini kapatmak zorunda kaldık çünkü kızgın taraftarlar bizi taş yağmuruna tuttu...
Türkiye’de teknik direktörün dediği olurdu. Ben aslında oyuncunun da bazen itiraz etmesi gerektiğine inanırım. Fenerbahçe’de sonunda bir oyuncu kendi yorumunu yaptı ancak takım arkadaşları aniden müdahale etti ve susmasını sağladı...
Kontratımda kadroyu benim kuracağıma dair bir madde vardı. Haftalar geçtikçe yöneticiler yanıma geldi.. Hepsinin kendi oyuncusu vardı. “Benim oyuncum neden oynamıyor?'' diyorlardı. Hatta bazen sigara kutusunun arkasına ilk 11 yazan yönetici bile vardı...
Türk basını da acımasızdı. Bir gün Schumacher’in burnuna bir top geldi. Burnu kanadı. Ona “Hadi bir oyun oynayalım'' dedim ve esprili bir şekilde onunla tartıştık. Bir de baktık ki gazetelerin manşetlerinde “Hiddink, Schumacher’e yumruk attı'' haberleri vardı...
Bir bayan tesislere gelerek benimle tanışmak istediğini söyledi. Hatta beni ailesiyle de tanıştırmak istiyordu. Hiç art niyet aramadım. Almanca konuşuyordu. Evine gittim, kahve içtim, çıkarken kapıda flaşlar patladığında tuzağa düştüğümü anladım...

16 Şubat 2010 Salı

İçimizdeki Pinokyolar!




Daumun gitmesinin ardından Zico getirilmişti 100. yılda takımın başına.. İlk başlarda taraftarın çok büyük bir bölümü karşı çıkmıştı bu seçime.. Bir isyan havası oluşturulmuştu.. İlk başlarda alınan kötü sonuçların ardından takım rayına oturdu ve galibiyetler gelmeye başladı.. Ama çoğu kişi memnun değildi oyundan.. Herkes bireysel yetenekler ile takımın kazandığını söylüyor‚ takımı savaşmadığından‚ yıldız oyuncuların katkılarıyla bir yerlere geldiğinden şikayet ediyordu..

Ziconun ikinci yılında takım daha bir oturmuş‚ daha derli toplu oynuyordu.. Avrupada gelen başarı hepimizi sevince boğmuştu.. Ama bu sevincin önünde gelen bir şey daha vardı.. Takımın Türkiyede rakiplerini ciddiye almaması.. Herkes memnuniyetsizliğini dile getiriyordu bu konuda.. Forumlarda yüzlerce eleştiri konusu açıldı‚ binlerce eleştiri yazısı yazıldı.. İstenilen takımın büyük-küçük takım ayırt etmeden sahada terinin son damlasına kadar savaşmasıydı..

Zico ile yolların ayrılmasının ardından sıradaki teknik direktörümüz Aragones idi.. İspanyanın ayağa bol paslı oyununu oynatmaya çalışmıştı İspanyol hoca.. Birkaç açta başarılı da olmuştu ama genele baktığımızda oldukça kötü bir performans vardı ortada.. Zaman zaman Alexi 2. ön libero olarak kullanarak orta sahadaki direncimizi düşürüyordu.. Takım sahada futbol adına bir şeyler yapmaya çalışsa da başarılı olamıyordu.. Takımda savaşan oyuncular yoktu..

Taraftar maçlarda haykırıyordu Yenilsen bile her maçtan sonra sırılsıklam olsun o forma Oyuncuların vurdumduymaz hareketleri onları mutsuz etmeye yetiyordu.. Yeni tezahüratları takımın savaşması adına yaratıyorlardı.. Senin tek korkun kaybetmek olsun‚ savaşmazsan yazıklar olsun ..Yetmiyor pankartlarla dile getiriyorlardı istedikleri.. O forma için biz ölürüz‚ siz savaşın yeter!

Ve sene sonunda Aragones gönderilip takımın başına tekrardan Daum getiriliyordu.. Daumu en büyük özelliği takıma yardımcısı Koch ile beraber mücadeleyi öğretmesi‚ takımın 90. dakikada bile hırsını ortaya koyarak kazanmak istemesiydi.. Ancak ilk 8 haftada alınan 8 galibiyet ve toplanılan 24 puan bir çok kişiyi memnun etmemişti.. Onlar takımın savaşmadığını‚ yeteri kadar iyi oyun oynamadığını‚ önemli olanın puan değil de oyunun her anına hükmetmek olduğunu savunuyorlardı.. Takım koşsun‚ mücadele etsin‚ son dakikaya kadar gol arasın‚ maçı sonunda kaybetse de arkasındayız diyorlardı..

Devre arası geldiğinde Daumun takımlarının bilindik özeliği ortaya çıktı.. Devre arasından sonra Daumun yönettiği takımlar her zaman yükselişe geçmişti.. Mücadele açısından daha sert‚ yun açısından daha güzel oyun örnekleri sunuyordu.. 2. devre ile birlikte maçlarda bunu gördük.. Kupada 3-0 kazanılan Bursaspor maçından sonra memnun olmayan kimse kalmamıştı.. Özlenilen takım geliyordu..

Ancak ne olduysa ligde son iki maçta kaybedilen puanlardan sonra oldu.. Diyarbakırspor ve Manisaspor maçlarının mutlak hkimi Fenerbahçe‚ maçın büyük bölümlerinde rakibini sahasından bile çıkartmayan‚ topun olduğu her alanda baskı kuran‚ oyuna hükmeden takım yenilen şanssız goller sonrası 4 puan kaybetti.. Şimdi ortalarda dolanan yazıları görünce düşünmeden edemiyor insan.. Hani o forma için biz ölürüz siz savaşın yeterdi! Hani senin tek korkun kaybetmek olsun‚ savaşmazsan yazıklar olsundu! Hani yenilsen bile her maçtan sonra sırılsıklam olsun o forma diyorduk! Nerde şimdi söylenilen o sözler.. Nasıl da unutuldu kaybedilen 4 puan sonrasında.. Sahada oynanan oyun nasıl da görmezlikten gelindi.. Ne çok Pinokyo varmış aramızda da haberimiz yokmuş..

14 Şubat 2010 Pazar

Yetmeeez Yıldırım Demirören Yetmeeez


Gaziantepspor taraftarı maçta stadı böyle inletiyordu.. Transfer sezonunda Gaziantepspor'un kasasını dolduran Demirören, bu sezon ligde Gaziantepspor ile oynanan 2 maçta alınabilecek 6 puandan 1'ini alabildi.. Böyle bir başkanın ısrarla devam etmesini istemekte haksız da sayılmaz Gaziantepliler.. Haftaya derbi mücadelesi var.. Bakalım Galatasaray da taraftarına bu tezahüratı söyletebilecek bir skor alabilecek mi yoksa Beşiktaş şampiyonluk yolunda Galatasaray'a çelme takabilecek mi..

12 Şubat 2010 Cuma

Hafta Sonu Şifresiz Canlı Yayınlar


12 Şubat Cuma
21.30 Mönchengladbach – Nürnberg (TRT 3)

21.45 Milan – Udinese (NTVSPOR)


13 Şubat Cumartesi
14.00 Chelsea – Cardiff (NTVSPOR)
16.30 Bayer Leverkusen – Wolfsburg (TRT 3)
19.15 Manchester City – Stoke City (NTVSPOR)
19.30 Bayern Münich – Dortmund (TRT 3)
21.00 Xerez – Real Madrid (NTVSPOR)
22.00 Lyon – Lens (KANAL A)
23.00 Villarreal – Athletic Bilbao (NTV)


14 Şubat Pazar
15.30 Bolton – Tottenham (NTVSPOR)
17.45 Crystal Palace – Aston Villa (NTVSPOR)
18.00 Auxerre – Rennes (KANAL A)
18.30 Frankfurt – Freiburg (TRT 3)
21.45 Napoli – Inter (NTVSPOR)
22.00 Atletico Madrid – Barcelona (NTV)
22.00 Bordeaux – St. Etienne (KANAL A)

Son yarı finalist FENERBAHÇE

Daum'un neden sürekli aynı oyuncularla oynamasının en büyük göstergesiydi bu maç..
Emre ya da Mehmet Topuz'un mutlaka 2. ön libero olarak Cristian, Deniz ya da Selçuk ile oynaması gerektiğinin göstergesiydi bu maç..
Bilica'nın Edu kadar güven vermediğinin göstergesiydi bu maç..
Rakibi küçük görmenin başa büyük belalar açabileceğinin göstergesiydi bu maç..
Yedeklerden bir çoğunun çalışmayıp yattığının göstergesiydi bu maç..
Gökhan Ünal'ın herhalde bu sene hırssız bir şekilde sahada yer alacağının göstergesiydi bu maç..
ErtuĞrul'un kuyruk acısının ne derece büyük olduğunun göstergesiydi bu maç..
TRT'de maçı sunan Levent Özçelik'in nasıl bir karaktere sahip olduğunun göstergesiydi bu maç..
Fenerbahçe'nin yıldızlarının biraz mücadele ettiklerinde bu lige fazla olduğunun göstergesiydi bu maç..

10 Şubat 2010 Çarşamba

Trabzonspor'un rakibi Antalyaspor


Maçı evdekilerin yoğun dizi baskısı ve de hastalığımdan dolayı dışarı çıkmadığımdan dolayı yalnızca 20 dakika kadar izledim.. O yüzden geniş bir analiz yapamayacağım.. Antalyaspor'un turu geçmesi sürprizdi kuralar çekildiğinde.. Evlerinde aldıkları 2-1 lik galibiyet ile ufak da olsa bir avantaj yakalamışlardı.. Galatasaray'ın da sakatları maça çıkamayınca sürpriz gerçekleşti.. Ancak Antalyaspor'un da birçok oyuncusundan yararlanamadığını düşünecek olursak olay çok farklı noktalara gidiyor..

Başından beri savunduğum Dos Santos transferi yanlış transfer düşüncem bu maç sonrasında imdilik haklı çıkartıyor beni.. O mevkide oynayabilecek olan Arda ve Caner var iken, üstelik sezon sonuna doru da Kewell gelecekken, eldeki forvet Nonda'yı göndermek bence yanlış bir seçimdi.. Nonda'yı geçelim, hadi o gönderildi, en azından yerli bir golü ile bu açık kapatılabilirdi.. Şu maçta Necati Galatasaray'da olsa skr çok farklı olabilirdi.. Şimdi forvet yokluğunda Arda kendi mevkisinde oynayamıyor, Caner ise Dos Santos ileride oynadığı için sol tarafın defansif görevlerini üstlenmeye çalışıyor.. Galatasaray gibi bir takım rakibe baskı kurmak istese forvet özelliklerinde oyuncusu olmadığından bunu da başaramıyor.. Galatasaray için sene sonunda mutlaka direkt olarak ilk 11'de oynayacak oyuncular kadroya katılmalı.. Bunların mevkileri ise; iyi bir kaleci, geriden oyun kurabilen ve hızlı bir stoper, oyunu çift yönlü oynayabilecek bir orta saha oyuncusu ve ileride top tutabilecek, geriden gelenlere asist yapabilecek bir santrafor..

Bu hafta ligde maç olmaması Galatasaray ve sakatları için büyük bir avantaj.. Madrid maçına kadar mevcut kadro içerisinden bir santrafor çıkartmaları ve herkesin kendi mevkisinde oynaması şart.. Yoksa gidişat pek iyi gözükmüyor Galatasaray için..

İlk yarı finalist Trabzonspor


Yarı finale yükselen ilk takım belli oldu.. İBB'yi 1-0 ile geçen Trabzonspor ilk yarı finalist oldu.. Karşılaşmaya hızlı başlayan takım İBB idi.. 10 dakika içinde biri direkten dönen top olmak üzere %100'lük 2 gol kaçırdılar.. İleri uçta onayan oyuncuların biraz şansızlığı biraz da beceriksizliği sayesinde gol atma şansına erişemediler.. 4-3-3 sistemi ile sahaya yayılan İBB'de ileri üçlüyü İskender, Tevfik ve İbrahim Akın oluşturdu.. Sakatlanana kadar da Gökhan bu üçlüye sık sık destek verdi.. Trabzonspor ise Şenol Güneş'in gelmesiyle özellikle savunma anlamında çok iyi bir performans gösteriyor.. Bunda orta sahada oynayan oyuncuların da şüphesiz katkısı büyük.. Serkan ve Selçuk gibi defansif yönleri güçlü oyunculara, her ne kadar oldukça çirkef bir oyun sergilese de çok koşan Engin ile Colman da katılınca kuşkusuz defans açısından yeterli bir takım ortaya çıkıyor.. Trabzonspor'un en büyük eksikliği ise Alanzinho'nun skora olan katkısı ve bir de ileride top tutabilecek bir santrafor ihtiyacı..

İBB takımı bu maçta da kaybetmesine rağmen izleyenlere zevk veriyor.. Abdullah Avcı taş gibi bir takım ortaya koymuş.. İlk maça göre farklı isimler sahadaydı ama mücadele açısından eksilen birşey yoktu.. Abdullah Avcı değişiklikleri de biraz daha erken yapabilseydi çok daha farklı olabilirdi maç.. Ama değişiklik yapmamasına da söylenecek birşey yok yedek kulübesine baktığımızda.. En büyük eksikliklerine gelince ileri üçlüsü diyebilirim kısaca.. İbrahim Akın bitmiş vaziyete oynadı.. Nasıl o kadar sahada kaldı anlayabilmiş değilim.. Hiçbir atkısı olmadı takıma.. Yine İskender ve Tevfik de çok etkisiz kaldılar bugün.. Eğer daha büyük hedefler ortaya koyulacaksa gelecek sene bu takıma birebirde çok kolay adam geçebilen, süratli ve gol vuruşları da yeterli 2 hızlı forvet şart.. Tum bu maçta sakattı sanırım o oynamadı.. O'nun oynadığı mevki de o yüzden boşalmıştı ve ileride top tutulamadı.. Abdullah Avcı son 10 dakikada Fenerbahçe'de yüksek karate hareketleri sergileyen Can Arat'ı mecburiyetten hava topları içi ileri aldı ancak bu çabası da işe yaramadı..

Böylelikle ilk yarı finale yükselen Trabzonspor rakibini beklemeye başladı.. Galatasaray-Antalyaspor mücadelesinin ardından Trabzonspor'un rakibi de belli olacak 3 saat kadar sonra..

Natasha Kai

Natasha Kai 22 Mayıs 1983 doğumlu ve 173 cm boyunda.. Sky Blue takımında görev alıyor, aynı zamanda Amerikan milli takım oyuncusu.. Forvet olarak oynuyor ve futbolculuğu kadar dövmeleriyle de adından söz ettiriyor.. Natasha Kai'nin vücudunun çeşitli yerlerinde toplam 19 dövmesi bulunuyor.. Oyuncunun sponsoru ise Nike..

9 Şubat 2010 Salı

Brezilyalı Maradona..


Arjantin'de Guarana Antartica isimli içecek firmasının yapmış olduğu reklam filmi.. Maradona bu reklamdan 150 bin doları cebe atmış 2006 senesinde.. Blog olayında yeni olduğumuz için ancak paylaşabiliyoruz bunları..

Bu arada Guarana en fazla kafeine sahip olan bitkidir.. Sporcuların enerji depolamak için kullandıkları ürünlerdir. Guaranin'in kilo verme konusundaki başarısı, metabolizmanın çalışmasını hızlandırması, dışarıdan alınan yağ ve karbonhidratı enerjiye çevirmesinden kaynaklanmaktadır.

ZTK rövanş maçlarının hakemleri belli oldu!


Ziraat Türkiye Kupası çeyrek final rövanş maçlarını yönetecek hakemler açıklandı..

MHK tarafından yapılan açıklamaya göre, 10 ve 11 Şubat tarihlerinde oynanacak karşılaşmaları yönetecek hakemler şöyle:

10 Şubat Çarşamba:
Trabzonspor-İstanbul Büyükşehir Belediyespor.: Hüseyin Göçek (16.30) (TRT1)
Galatasaray-Antalyaspor......................: Bünyamin Gezer (20.00) (TRT1)

11 Şubat Perşembe:
Denizlispor-Manisaspor.......................: Barış Şimşek (16.30) (TRT1)
Bursaspor-Fenerbahçe.........................: Cüneyt Çakır (20.30) (TRT1)


Özellikle Galatasaray ve Fenerbahçe maçlarına verilen hakemler ilk göze çarpanlar.. İki takımın da birbirleriyle yaptığı maçlardan sonra oldukça sert eleştirilen iki hakem de kendilerini eleştiren kulüplerin maçlarına verilmiş.. Eğer maçlarda ciddi bir hata olursa çıkacak tartışmaları göze almışa benziyor MHK.. Umalım ki hakemler isteyerek ya da istemeyerek çok büyük hatalara yol açmasınlar da hakem konuşmak yerine biraz da futbolun güzelliklerini konuşalım..

Milli maçlar NTV’nin


A MİLİ Takım’ın, 2012 UEFA Avrupa Şampiyonası Eleme Grubu ve 2014 FIFA Dünya Kupası Eleme Grubu’nda Türkiye ’de oynayacağı maçların yurt içi yayın ve bu maçların yurt dışına satışını içeren TV yayın hakları ihalesini KDV dahil 33 milyon 217 bin dolar veren NTV kazandı..

Açıkçası Lig Tv'nin tekrardan Turkcell Süper Lig maçlarını almasından sonra NTV'den böyle bir hamle gelmesi son derece sevindirici.. Yıllardır süren şifreli yayınlardan dolayı böylesine bir soluk çok iyi geldi.. TRT'de ZTK maçları ile bu özlemimizi biraz olsun dindiriyorduk ama Milli maçlarda heyecan farlı oluyor.. Özellikle de Fatih Terim sonrası çok daha farklı olacak :)

Not: Resimde tüm takım sevinirken Sabri'nin farklı yönlere doğru yol almasına şaşıran kaç kişi var? :)

Not2: Hastalığa yenik düştüğüm için bir süredir yazamamıştım blog'a.. Şimdi tekrar dönüş zamanı..

5 Şubat 2010 Cuma

Fenerbahçe 3 - 0 Bursaspor


Kupanın en zor geçmesi beklenen eşleşmelerin başında geliyordu medyadaki bazı kesimlerce.. Bursaspor, Ertuğrul Sağlam yönetiminde sağlam adımlarla ilerliyordu hem ligde hem de kupada.. Bu yüzden Fenerbahçe'nin Sivas'ta 5 atmasının hiç bir önemi yoktu.. Sivasspor formsuzdu, Sivasspor kötüydü, Sivasspor yeni takımdı gibi birçok neden saydılar pazar gününden bu yana.. Fenerbahçe'de Sivasspor ile oynanan lig maçında cezası biten oyuncular, ligden önce kupada sahne alıyordu.. Sivasspor maçının yıldızı Uğur Boral sol kanatta formayı kapmıştı.. O'nun sol tarafa geçmesiyle Özer de Mehmet Topuz'dan formayı kaptı ve sağ kanatta kendine yer buldu.. Guiza dışında eksiği yoktu ev sahibi takımın..

Bursaspor ise ideal 11'inden Volkan Şen'i yedeğe çekmişti.. Ertuğrul daha dirençli bir takım oluşturma adına bu kararı almıştı belli ki.. İleride şu an Türkiye'de Anadolu takımlarından alınabilecek en iyi oyuncu diye düşündüğüm Sercan'ın yanında Turgay dün gece forveti ikilemekle birlikte Volkan'ın olmadığı sağ kanada da yardım ediyordu.. Krita ve Bekir Ozan ortasaha savunucuları rolündeydi..

Maç beklenildiği üzere hareketli başladı.. 6 dakikada Sercan'ın geliştirdiği atakta Bursaspor son vuruşu yapamayınca maçın kırılma anı gerçekleşmiş oldu.. Bu dakikadan sonra Fenerbahçe ipleri eline aldı.. Türkiye'nin en organize, ayağa en çok yapan yapan takımı yavaş yavaş üstünlüğünü rakibine hissettirmeye başladı.. Bunda şüphesiz düşük bilet fiyatı uygulamasının da etkisiyle maça gelen 12 numaranın da rolü büyüktü.. 10 dakikada Semih, 17. dakikada Alex ve 21. dakikada Andre Santos ile golleri kaçıran Fenerbahçe, 22. dakikada Alex'in ceza alanı dışından kullandığı serbest vuruşta, yan direkten dönen topu iyi takip eden Dos Santos'un altı pas içinden vurduğu topun ağlara gitmesi sonucu skor üstünlüğünü ele geçirdi.. Bursaspor bu golün şokunu atlatamadan ikinci golü kalesinde gördü.. 25. dakikada Emre ile başlayan atakta Lugano topu Semih'e indirdi, Semih'in vuruşunda kaleciden dönen topu takip ede Lugano farkı ikiye çıkarttı.. 27. dakikada orta sahadan aldığı topla ceza alanına kadar giden Sercan Yıldırım, önce Gökhan'ı, sonra Bilica'yı ve ardından da Cristian'ı geçerek kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyonda topu ayağından açınca, kalesinden çıkan Volkan Demirel, tehlikeyi uzaklaştırdı.. Bu pozisyon sonrası Sercan Yıldırım sakatlanınca zaten maçın sonucu da az-çok belli olmuştu.. O dakikaya kadar Bursaspor'un en etkili ismi olan Sercan yerini Volkan Şen'e bıraktı.. 35. dakikada Fenerbahçe maalesef sahaya kurban verdi ve zeminin etkisiyle sakatlanan Uğur Boral yerini Vederson'a bıraktı.. ( Maç sonrasında Uğur'un sezonu kapattığı açıklandı.. Dilerim en kısa zamanda sahalara döner.. Allah bu spordan ekmek yiyen kimseye sakatlık yaşatmasın ).. 40. dakikada sahanın yıldızı Özer daha önce Alex'ten alışık olduğumuz paslardan birin bu kez Alex'e kendisi attı.. Defansın arsına aşırttığı topta Alex defans oyuncusunun topa rahat vurmasını engelledi ve indirilen topta Semih golünü attı.. 3-0 gibi bir skoru şüphesiz kimse beklemiyordu ilk yarıda.. Ama takım halinde gen güzel oyun bunu skora da yansıtmayı bildi..

İkinci yarıya hastalanan Zapotocny yerine İbrahim Öztürk'ü alarak başladı Ertuğrul Sağlam.. Fenerbahçe'de ise bir değişiklik yoktu.. 49. dakikada Özer ceza sahası içinde rakiplerinden kurtardığı topu sol ayağıyla kaleye gönderdi ama kaleciyi geçen top direğe takıldı.. Bursaspor 57. dakikada Ali Tandoğan, 74. ve 84. dakikalarda Volkan Şen ile gole yaklaştı ancak başarılı olamadı.. Maçın ikinci yarısında oyunu rolantiye alan Fenerbahçe 72. dakikada Semih'in yerine giren Gökhan Ünal ile etkili olmaya çalıştı.. 76. ve 78. dakikalarda golleri kaçıran Gökhan'ın 90+2. dakikada da bir topu direkten döndü.. Böylece maçın sonucu ilk yarıdaki gibi 3-0 ile belirlenmiş oldu..

Maçın özeti aslında fotoğrafta Lugano'nun golünden sonra yaşanan sevinçte yatıyor.. Kaleci Volan hariç diğer 10 oyuncu birbiriyle kenetlenmiş bir şekilde seviniyor.. Takım olma yolunda sene başından beridir birçok çalışma yapan Daum da böylece istediğini başarmış görünüyor.. Süper Lig'in en dişli takımlarından olan Bursaspor daha ilk yarıda Fenerbahçe'ye teslim oluyor.. Bunda takım oyunu, Fenerbahçe orta sahasının çift yönlü oyunculardan kurulmuş olması, orta sahadaki oyuncuların hem defansif hem de ofansif anlamda oldukça başarılı olmaları, bek oyuncuları Andre Santos ve Gökhan Gönül'ün daima ataklara katılma istekleri, defansın ortasındaki iki isim Bilica ve Lugano'nun agresif oyunları en önemli faktörler olarak göze çarpıyor.. Gecenin adamı ise takımda her geçen gün etkisini daha fazla hissettiren Özer Hurmacı..

Gecenin kötü tarafı ise Uğur Boral'ın sezonu kapatması.. Tekrardan büyük geçmiş olsun Uğur, en kısa zamanda sahalarla dönmen dileğiyle..