16 Şubat 2010 Salı

İçimizdeki Pinokyolar!




Daumun gitmesinin ardından Zico getirilmişti 100. yılda takımın başına.. İlk başlarda taraftarın çok büyük bir bölümü karşı çıkmıştı bu seçime.. Bir isyan havası oluşturulmuştu.. İlk başlarda alınan kötü sonuçların ardından takım rayına oturdu ve galibiyetler gelmeye başladı.. Ama çoğu kişi memnun değildi oyundan.. Herkes bireysel yetenekler ile takımın kazandığını söylüyor‚ takımı savaşmadığından‚ yıldız oyuncuların katkılarıyla bir yerlere geldiğinden şikayet ediyordu..

Ziconun ikinci yılında takım daha bir oturmuş‚ daha derli toplu oynuyordu.. Avrupada gelen başarı hepimizi sevince boğmuştu.. Ama bu sevincin önünde gelen bir şey daha vardı.. Takımın Türkiyede rakiplerini ciddiye almaması.. Herkes memnuniyetsizliğini dile getiriyordu bu konuda.. Forumlarda yüzlerce eleştiri konusu açıldı‚ binlerce eleştiri yazısı yazıldı.. İstenilen takımın büyük-küçük takım ayırt etmeden sahada terinin son damlasına kadar savaşmasıydı..

Zico ile yolların ayrılmasının ardından sıradaki teknik direktörümüz Aragones idi.. İspanyanın ayağa bol paslı oyununu oynatmaya çalışmıştı İspanyol hoca.. Birkaç açta başarılı da olmuştu ama genele baktığımızda oldukça kötü bir performans vardı ortada.. Zaman zaman Alexi 2. ön libero olarak kullanarak orta sahadaki direncimizi düşürüyordu.. Takım sahada futbol adına bir şeyler yapmaya çalışsa da başarılı olamıyordu.. Takımda savaşan oyuncular yoktu..

Taraftar maçlarda haykırıyordu Yenilsen bile her maçtan sonra sırılsıklam olsun o forma Oyuncuların vurdumduymaz hareketleri onları mutsuz etmeye yetiyordu.. Yeni tezahüratları takımın savaşması adına yaratıyorlardı.. Senin tek korkun kaybetmek olsun‚ savaşmazsan yazıklar olsun ..Yetmiyor pankartlarla dile getiriyorlardı istedikleri.. O forma için biz ölürüz‚ siz savaşın yeter!

Ve sene sonunda Aragones gönderilip takımın başına tekrardan Daum getiriliyordu.. Daumu en büyük özelliği takıma yardımcısı Koch ile beraber mücadeleyi öğretmesi‚ takımın 90. dakikada bile hırsını ortaya koyarak kazanmak istemesiydi.. Ancak ilk 8 haftada alınan 8 galibiyet ve toplanılan 24 puan bir çok kişiyi memnun etmemişti.. Onlar takımın savaşmadığını‚ yeteri kadar iyi oyun oynamadığını‚ önemli olanın puan değil de oyunun her anına hükmetmek olduğunu savunuyorlardı.. Takım koşsun‚ mücadele etsin‚ son dakikaya kadar gol arasın‚ maçı sonunda kaybetse de arkasındayız diyorlardı..

Devre arası geldiğinde Daumun takımlarının bilindik özeliği ortaya çıktı.. Devre arasından sonra Daumun yönettiği takımlar her zaman yükselişe geçmişti.. Mücadele açısından daha sert‚ yun açısından daha güzel oyun örnekleri sunuyordu.. 2. devre ile birlikte maçlarda bunu gördük.. Kupada 3-0 kazanılan Bursaspor maçından sonra memnun olmayan kimse kalmamıştı.. Özlenilen takım geliyordu..

Ancak ne olduysa ligde son iki maçta kaybedilen puanlardan sonra oldu.. Diyarbakırspor ve Manisaspor maçlarının mutlak hkimi Fenerbahçe‚ maçın büyük bölümlerinde rakibini sahasından bile çıkartmayan‚ topun olduğu her alanda baskı kuran‚ oyuna hükmeden takım yenilen şanssız goller sonrası 4 puan kaybetti.. Şimdi ortalarda dolanan yazıları görünce düşünmeden edemiyor insan.. Hani o forma için biz ölürüz siz savaşın yeterdi! Hani senin tek korkun kaybetmek olsun‚ savaşmazsan yazıklar olsundu! Hani yenilsen bile her maçtan sonra sırılsıklam olsun o forma diyorduk! Nerde şimdi söylenilen o sözler.. Nasıl da unutuldu kaybedilen 4 puan sonrasında.. Sahada oynanan oyun nasıl da görmezlikten gelindi.. Ne çok Pinokyo varmış aramızda da haberimiz yokmuş..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder